Kanser patlaması ve 'statü' koculuk

Kamu sağlığının korunması Devletin ve Devleti yönetenlerin görevidir. Bizde maalesef önleyici, koruyucu hekimlikten çok tedavi edici hekimlik öne çıkıyor. “Hastalan gel, seni tedavi edeyim anlayışı” çok eksik ve yanlıştır. Son senelerde kanser hastalığı büyük oranda artış gösterdi, birçok vatandaşımızı kaybetmiş bulunuyoruz. Hayatta olanlar da hastalık bende de ortaya çıkacak mı endişesini yaşamakta, insanların psikolojisi bozulmaktadır. Vatandaş adeta şanslı olduğu için hayatta kalabildiği inancındadır.
Hastalığın yaygınlaşmasında beslenme ve çevre sorunları önemli rol oynamaktadır. Kontrollerin yeterli olduğunu söylemek zordur. Kremler, deterjanlar, deodorantlar, renkli meyve suları, GDO’su bozulmuş gıda maddeleri, tarım ürünleri, beyaz ve kırmızı et, şeker yerine kullanılan mısır şurubu, TEKEL’i taklit eden kanser deposu sahte çaylar ve diğerleri toplumun sağlığını tehdit etmektedir. Bu arada yanlış tohum politikası ve organik ürün üretmenin maliyetleri artırması ve talebi yeterince karşılayamamasını da hesaba katmamız gerekir.
Sağlığa zararlı üretim yapanlar, halkın sağlığı ile oynayanlar bazen teşhir edilseler de; çoğunlukla gizli kalabilmektedir. Tek amaç kârı alabildiğine artırmak olduğundan ticari ahlak ayaklar altına alınabilmektedir. Yanlış davranış içerisinde olanların iktisaden suçlanması zordur. Ürettiklerine talep yaratabilmekte, yok satmakta ve karlarına kar katabilmektedirler. Demek ki sadece iktisadi düşünebilmek, kar amacı gütmek yeterli değildir. Eğer sadece iktisadiliği ele alırsak, yanlış yapan, toplumun sağlığı ile uğraşan bir kimseyi hapse attığınız takdirde, onun teşebbüs gücünü kırmış, gayrisafi milli hasılaya yapacağı katkıyı önlemiş olacaksınız. Ancak böylelerini cezalandırmak, aynı yanlışları yapabilecek olanları da caydırmış olmaktır.
Şu halde, ferdi tekleştiren sınırlamalarla müdahale anlayışını kabul etmeyen liberal yaklaşımlar, fert toplum dengesini bozabilmekte, fert ve toplum çıkarlarının birbirine paralel olduğu düşüncesini yıpratmaktadır. Sosyal gelişmişliğin tariflerindeki unsurlardan biri de fert ve toplum çıkarlarının birlikte düşünülmesini kapsar.
12 Eylül müdahalesinden sonra uygulanan Özal politikaları gelir dağılımındaki dengesizlikleri artırmış, “biz” yerine “ben” duygusunu, fertçi ve faydacı bakışı öne çıkarmış, meşru ile gayrimeşru arasındaki sosyal mesafeyi kapatmıştır. Sosyal bağları zayıflayan, maddeci ve faydacı hale gelen fertler, ideallerden kopmuş, büyükşehirlerde yığınlaşma doğmuştur. Vatandaşlık duygusu tahrip olmuş, küçük menfaatler bile insanların siyasi tercihlerini etkilemiştir. Doğan boşluk demagog ve ekran zaptiyeleri tarafından doldurulmuş, toplum psikolojisi değiştirilmiş, doğru ve yanlış itibari değerlendirmelere tabi kılınmıştır. Milli heyecan, ülküler ve milli hassasiyet yerini dar alanda mensubiyet şuuruna (cemaate mensubiyet veya aşırı hemşerilik duygusuna) bırakmış, milli dava ve ilkeler sahipsizliğe mahkum edilmiştir. Böyle bir ortamda milliyetçi, milli menfaati esas alan siyaset ve hareketler dünyaya kapanma diye takdim edilmiş, büyük sermaye, yazılı ve sözlü basında egemen olmuştur.
Böyle bir yayın anlayışının hareket noktası, milli menfaatler ve doğrulardan yana olmak değil, menfaatleri kollamaktır. Toplum psikolojisinin bozulmasında sorumsuz ve ilkesiz basın ve yayın kuruluşlarının önemli rolü vardır. Bunlar çoğu kere celladını ve bükemediği eli alkışlar konumuna düşmüşlerdir. Yayın politikası, sapma davranışları normal göstermiş, vurdu-kırdıyı, yaralama-öldürmeyi sürekli okuyucu ve seyircisinin gözüne sokmuştur. İnsanlarımızda şiddete baş vurma, çatışmacı davranışların ortaya çıkması sebepsiz değildir. Bu böyle devam eder mi veya edecek mi? Devam edecek görünüyor; çünkü devam etmezse Türkiye’de iktidar değişikliği kaçınılmaz olabilir, bu da iç ve dış egemen güçlerin beklentileriyle uyuşmaz. Marjinal gruplara ve dış dayatmalara uymaz.
Israr, bazıları için bir çeşit statükoculuk
değil mi?

Yazarın Diğer Yazıları