Kar ve eski hayatımız
Kar İstanbul’un süsüydü. Dizlerimize kadar batarak okullarımıza gider gelirdik. Kar yağışı olağanüstü bir durum değildi. Onun için “masalar ” kurulmaz; o, felaketten sayılmazdı. Nasıl geldiğini ve ne zaman gittiğini anlamazdık. Karla halıları süpürür, üstüne pekmez dökerek helva yapardık. Annelerimiz pencere kenarlarına kuşlar için ekmek kırıntıları koyardı.
Kar, meleklerin indiğini düşündüren bir doğa harikasıydı. Yağmurla da rahmet inerdi, nedense sel basmazdı. Herhalde ovalara ve dere yataklarına ev yapılmazdı o yıllard.,
Soğuk mutfaklarda soğuk sularla iş görür sonra sobalı odalara koşar ısınırdık.
***
Eski hayatımız daha iyiydi.
Eski hayatımızda sendikalar el altından yapılan değişikliklerle kapatılmazdı. Bir kere kapatıldı, Anayasa mahkemesine gidildi. Eskiden anayasa mahkemelerimiz vardı.
Beşeri adalet tam değildir biliyoruz ama hâkimler ve savcılar da adaleti her şeye rağmen sağlamak için ellerinden geleni yaparlardı. Davanın üzerine giden hâkim ve savcılar yerlerinden alınıp bir de üstelik bilmem kaç yıl istenilerek haklarında dava açılmazdı.
Arada bir deprem olurdu ama herkes ellerinden geldiği kadar bu depremlerde yaraları sarmaya uğraşırdı. Komşu ülkeden gelen militan göçmenlere eksi yirmi dereceye dayanıklı çadırlar verilirken sınırların içindeki depremzedeye yazlık çadırlar verilmezdi. O çadırlarda yangınlar olmaz, yangında boğulan yanan çocuklar da olmazdı.
Kemalettin Tuğcu romanları, Çocuk Haftası, Doğan Kardeş dergileri okurduk. Bu yüzden yüreğimiz yumuşak, zihnimiz açık olurdu.
Bayramlarımıza, askerimize dokunan olmazdı. Kıbrıs’a gitmek için askerlik dairelerinin önünde doğudan, batıdan kuyruklar oluşurdu.
***
Acılar vardı evet. Savaş yıllarında ihtikâr, karaborsa ve haksızlıklar vardı ama içimize henüz o kadar sızmamışlardı, biz kendi kendimize yaralarımızı sarar, karaborsacıya karaborsacı, savaş zenginine savaş zengini derdik. Böyle denildiği için davalar açılmazdı.
İçimize daha o kadar sızmamışlardı. Okullara süt tozu ve barış gönüllüsü yolluyorlardı. Ama fabrikalarımız vardı. İşçilerimiz vardı, tarlalarımız, meralarımız, hayvancılığımız ve buna bağlı kurumlarımız vardı. Acılarımız vardı ama korunduğumuzu bilirdik. Çünkü sınırlarımız korunurdu, fabrikalarımız korunurdu. Denizlerimiz, limanlarımız, nehirlerimiz, madenlerimiz korunurdu. İçimize daha o kadar sızmamışlardı. Bunun için eski hayatımız iyiydi.
***
Tiyatrolarımız konser salonlarımız, Şan sinemalarımız vardı. Şan Sineması’nda bir hafta klasik batı, bir hafta klasik Türk Müziği çalınırdı. Büyük tarihi sinemalarımız vardı. Sanatkârlarımız barlarda değil, eski ve ünlü pastanelerde buluşurdu. Orada konuşan yazar ve şairlerimiz, konuşmalarıyla neredeyse bir okul teşkil ederlerdi. Yani eski hayatımız daha iyi ve daha medeniydi.