Kasetli taarruz ve sözde muhafazakârlık

Haziran 2011 Genel Seçimlerine defolarla, hilelerle dolu demokrasimizin bunlardan kurtularak gitmesi arzumuzdu. Ancak görüldüğü kadarıyla hiçbir seçim öncesi rastlanmayan çirkin örnekler, iç ve dış işbirliğiyle meselâ, MHP’ye yönelen kuşatma ve karalama hareketiyle devam ediyor. PKK’lıları demokratikleşme ve “ileri demokrasi” adına TBMM’ne sokmaya çalışanlar, MHP’yi hedef almışladır. Vatandaşın bu tezgâhın farkında olduğu inancındayız. Sandıklar açılınca her şey görülecektir. Asıl endişe MHP’den çok iktidar partisinin oy kaybıdır.
Eğer bugünkü iktidar sürerse, Türkiye tanınmaz hale gelecek, Anayasası milli kimliksiz ve Türksüz hale getirilecek ve Anayasasındaki değişmez temel maddeleri devre dışı bırakılacaktır. Başkanlık Sistemiyle Sayın Başbakan önemli yetkilerle donatılacak, getirilecek eyalet sistemi milli ve üniter yapıyı tahrip edecektir. Kendini Türk olarak hisseden, aklı biraz çalışan bir kimsenin bu tezgâha evet demesi beklenemez. Ancak, geçen halk oylamasında bazıları kötü imtihan vermiştir. 12 Eylül’ün mağdurları diye değişikliklere “evet” diyenlerin, 12 Eylül’ün izlerinin silineceğini zannedenlerin işin gerçeğini 13 Eylül’de görmüş olmaları gerekir. Ana muhalefet, bazı düzelmelere rağmen, milletle ve maneviyatla kavgasını sürdürürken, siyasi irade de Devletle kavga halindedir. Aynı dolduruşa ve oyuna kimse gelmemelidir. Aziz Nesin’in hiçbir zaman kabullenemediğimiz bazı Türklere uygun tarifini haklı çıkaramayız.
Zinayı Brüksel’in etkisiyle suç olmaktan çıkarıp cinsel hayat dâhil her konuda liberal rüzgârlar estirenler, şimdi de kaset operasyonlarına başlamışlardır. Bu kasetleri hazırlayanlar ve masrafları kredi kartlarıyla karşılayanlar ortaya çıkmıştır. Hukuk devletinin savcılarına görev düşmektedir. Bu kaset tezgâhı ve dönen dolaplar iyi değerlendirilip anlatılabilirse, Bengü Türk TV gibi kanallar “ ses verirse”, MHP’ye eğilim daha da artabilir.
Misyonerliğin önünü açmak, kilise evlere imkân sağlamak, Hilal’e karşı Haç’ın mücadelesini verenlere kozlar vermek, kiliseleri canlandırmak ve imar etmek, yetimhaneyi Patrikhaneye bağışlamak, Yeni Vakıflar Yasasını çıkarmak, Mevlid’i bile gelenek dışına çıkarıp korolaştırmak, dinlerarası diyalog adı altında Müslüman’ı devşirme ve İslâm’ı yozlaştırma faaliyetlerine sıcak bakmak, desteklemek ve kadrolaştırmak, Türk bayrağı, Türkçe ve Başkent Ankara’yı Sayın Arınç’ın dediği gibi tartışmaya açılabilir kabul etmek, tarihi ve geleneği bir çırpıda silivermek muhafazakâr olmanın bir gereği midir?
İstanbul’da en eski mahallelerden biri olan Fatih’deki Sofular Mahallesinin ismi de tarihi birçok mahallenin ismi gibi kaldırılmıştır. Bir nevi dönüştürme faaliyeti sürdürülmektedir. Ama muhafazakârlık, manevi değerlere saygıyı ifade eden göstermelik davranışlar ve ifadeler sürekli ve ısrarla ortaya konmaktadır.
Türkiye’de muhafazakârlık adına yapılanlar, Batı’daki ülkelerin muhafazakârlığına hiç uymamaktadır.  Bu ülkeler, ne milli kimliklerinden, ne Devletin dilinden, ne bayraklarından, ne de kuruluş amaçlarından taviz vermektedirler. Yabancı kaynaklı nüfusa sürdürülen insan hakları ihlalleri ve ayırımcılık onlarca önemsenmemektedir. Bu ülkelerin bizde olduğu gibi, açılım merakları ise hiç yoktur. Bizdeki açılımların nerelere varacağı görülmeye başlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları