Medya Polemik

Medya Polemik
Medya Polemik

Kiralık ve satılık kalemler

Aslında önemli laflardı bunlar!..
Ama nedense öne çıkmadı ve kaynayıp gitti!..
Bakınız ne diyor?..
“Bu ülkenin sahibi şucular, bucular, elitler, sermaye değil. Kalemini kiralayanlar, satanlar, her rüzgarda eğilenler değil, kalemini güce kiralayan muharrirler, emirle manşet dizen uşaklar değil”

 


***

 


Nasıl?..
Tam günümüze uygun değil mi?..
Güce tapan, her devrin adamları, yandaşlar ve yalakalar topluluğu için söylenmiş laflar!..
Bunlar, bir düşünürün yılların deneyimiyle söylediği sözler sanılabilir!..
“Kalemini güce kiralayan yazarlar ve emirle manşet atan uşaklar”
Ne var ki bu sözler Türkiye’nin bugününü tahlil eden bir devlet veya bilim insanına ya da bir akil insana ait değil!..
Kime ait olabilir?..
Sürpriiiiiz...
Recep Tayyip Erdoğan’a ait!..

 


***

 


Güler misin, ağlar mısın?..
11 yıllık iktidarında ülkeye “şucular”, “bucular” sahip olmuş, kalemini satmayan veya kiraya vermeyen neredeyse kalmamış...
Medya, iş alemi, üniversitelerin büyük kısmı, kamu kuruluşları iktidardan esen rüzgarla eğilip yerlere yatmış...
Emirle yazarlar kovuluyor...
Emirle manşetler atılıyor...
Onlarca gazeteci iktidardan esen rüzgarda eğilip bükülmedikleri, kalemlerini satmadıkları için işsiz kalıyor...
Tayyip Bey tam da bugünleri, iktidarın “icraatını” anlatıyor!..

 


***

 


O kadar ki, ilk 8-9 yılda başta Tayyip Bey olmak üzere bu iktidarı yırtınırcasına destekleyen...
Destekledikleri için de her gün bir başka TV kanalında arzı endam ederek şöhrete ulaşanlardan bazılarının jetonu 8-9 yıl sonra anca düşüp de eleştirmeye başlayınca, onlar bile gazetelerinden tekmelendi!..
Düşünün!..
Büyük bir medya grubu Tayyip Bey’in damadının yönettiği holdingin elinde!..
Diğer bir medya grubu TMSF’nin eline geçmiş, başına eski AKP’li vekil getirilmiş...
Başka bir medya grubu AKP yandaşı tüpçü bir holdinge satın aldırılmış!..
Diğer bir medya grubu, bankaları olan, lokantacı işadamının elinde...
En büyük medya grubunun patronu ise, vergi cezalarıyla korkutulup sindirilmiş!..

 


***

 


İktidara en küçük eleştiride bulunanlar gazetelerinden kovuluyor!..
Kiralık ve satılmış kalemler Tayyip Bey’e övgüler düzüyor!..
Emirle manşetler atılıyor!..
Yandaşların cebi parayla doluyor!..
En ufak bir sapmada ise, yukarıdaki “anlamlı” sözleri söyleyen Tayyip, öfkelenip “Batsın sizin gazeteciliğiniz” diyor, gazete patronlarını azarlıyor!..
Böyle trajikomik bir manzara ancak AKP iktidarının muktedir olduğu Türkiye’de yaşanabilir!..
Helal olsun sana be Usta!..
Çok demokrat adamsın!..
İşini iyi biliyorsun!..
Mehmet Türker Sözcü

 

+++

 

Binmişiz AKP kayığına Daha ne gemi istiyoruz birader...

Milgem...
Milli gemi yani.
*
Fikri, ilk kez 1996’da ortaya atıldı.
O günün genelkurmay başkanı, bugün sanık.
*
2004’te tasarımına başlandı.
2005’te ilk kaynağı yapıldı. O günün deniz kuvvetleri komutanı, bugün hapiste.
*
2008’de, ilk milli gemimiz Heybeliada, isim annesi Sevil Başbuğ tarafından denize indirildi. İlker Başbuğ terörist ilan edilerek, müebbete mahkûm edildi.
*
2011’de ilk milli gemimizin testleri tamamlandı, hizmete girdi, ilk kez basına tanıtıldı.
Basın mensuplarına brifing veren plan-dizayn müdürü mühendis albay, yargılanıyor.
*
Milli geminin sinyal güvenliğini sağlayan Tübitak uzmanı, tutuklandı. Milli geminin kriptoloji programlarını yazan Tübitak uzmanı, içeri atıldı. Milli geminin sonar sistemi sorumlusu mühendis albay, hapse tıkıldı. Milli geminin elektronik sistemlerini kuran Havelsan’ın genel müdürü, 16 sene yedi. Milli savaş yönetim sistemi Genesis projesinde görev yapan, milli torpido sisteminde görev yapan, tamamı yüksek lisanslı mühendis kurmay albaylar, hatta tersanenin komutanı, tutsak.
Kimine casus diyorlar.
Kimine fuhuşçu.
Kimine suikastçı.
Kimine darbeci.
*
Sivil tersanede inşa edilecek olan milli gemiler için ihale açıldı. İki firma katıldı.
Biri, Aziz Yıldırım’ındı.
Şike mike, bir sene yatırdılar.
*
İhaleyi Koç kazandı.
Gezi mezi ayağıyla...
200 müfettiş gönderdiler.
İhale iptal edildi.
*
Bana sorarsanız, bu milli gemi ısrarından vazgeçmekte fayda var.
Binmişiz AKP’nin kayığına... Daha ne gemi istiyoruz birader!
Yılmaz Özdil Hürriyet

 

+++

 

Seyircisiz maç...

Ne kadar muhalif varsa hapishanelere doldurmaları neydi?.. Seyircisiz maç...
Tribünleri boşalttılar...
İnsanların komşuları ile konuşmaya korktukları... Evlerinde sohbet ederken telefonlarını buzdolabına kapattıkları...
Sabahları kapıları çalındığında irkildikleri...
Başlarına nasıl bir belanın geleceğini bilmedikleri...
Böyle rezil bir demokraside maç seyircisiz değilse ne?..
Balkon bile yasak Osman...
Hangi tribün?..
Açın televizyonu...
Var mı aykırı ses?..
Aynı şeyi söylemek için ne lüzumu var, yandaş yalaka dört kişi çıkarırsınız ekran denilen tribüne...
Hakeme göre konuşurlar...
İnsanları yok farz et...
Seyircisizdir...
Daha dün...
Birçok şehirde evleri basıp taraftarları topladılar evlerinden, sabahın karanlığında... Seyirci eve gitse de kurtuluşu yok yani... Ne seyircisi?..
Sendikaya bak...
Var mı işçi?..
Sermaye, patronlar tek renk forma... Yeşil...
Üniversiteler...
Kampuslara polis sokma kararı aldılar, ses çıkmasın...
Seyircisiz...
Daha okula başlarken skor 4+4+4 dedi çıktı...
Ses çıktı mı?..
Seyirci hani?..
Cumhuriyete ceza verdiler ortak...
Kendi kendilerine oynuyorlar işte...
Tribünler boş...
Ses... Slogan...
İtiraz yasak...
Seyircisizdir maç...
Bekir Coşkun Cumhuriyet

 

+++

 

“Her yer Taksim”e yasak “Her yer metro”ya alkış

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin dünkü gazetelerde tam sayfa yer alan “Metro” reklamını görmüşsünüzdür. Reklamın ana sloganı “Her Yerde Metro, Her Yere Metro” diyor...
Belli ki “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş” sloganından esinlenmişler...
Aradaki fark mı?
“Her yere metro” diye slogan atarsanız AKP’liler sizi alkışlar...
Ama “Her yer Taksim...” diye söze başlarsanız... Büyük suç olur...
Polis dün de o sloganı atan kulüp taraftarlarının evlerini bastı...
Yeni sistemi biliyorsunuz...
Artık “suç”, kanunlara aykırı davranmak değil...
Mevcut iktidara yönelik hoşnutsuzluk ifadesi, kanunlarda yazsın yazmasın, en büyük suç sayılıyor...
Polis devleti de işte buna deniyor zaten...  
Melih Aşık Milliyet

 

+++

 

Eylemciye şefkat standardı

Aylardır polisin gazabını yaşıyor ve yazıyoruz.
Meğer polis “şefkatine” mazhar olan eylemciler de olurmuş.
Dün 28 Şubat davasında Çetin Doğan savunmasını yaparken, izleyiciler arasından birisi, “Namaz kıldığım için beni 6 gün hapse attınız. Yalan söylüyorsunuz” diye bağırdı.
Mahkeme Başkanı Tayyar Köksal, “duruşmanın düzenini bozduğu için” eylemcinin salondan çıkarılması talimatını verdi.
Polisler, Kerim Sümer isimli eylemciyi salondan çıkarırken de sonrasında da çok nazik davrandılar. Duruşma salonunun dışındaki banklara oturtulan eylemciye su getirildi, sakinleşmesi beklendi. Ancak ondan sonra “ifadesi alınmak” üzere aşağıya davet edildi.
Kerim Sümer’e kim olduğunu sordum. Askermiş. YAŞ kararıyla TSK’dan uzaklaştırılmış. Davanın da müştekisiymiş.
“Ne zaman?” dedim; “1992’li yıllar” cevabını verdi.
13 Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava ne? BÇG (Batı Çalışma Grubu) ve 28 Şubat 1997.
1992 nere, 1997 nere?
YAŞ ne, BÇG ne?
Her neyse. Polisin bundan sonra tüm eylemcilere aynı şefkât ve nezaketi göstermesi dileğiyle...
Müyesser Yıldız facebook.com

 

+++

 

“Yedi Kardeşin Sırrı”

“SADDAM’a diktatör denildi, Amerikan müdahalesinden sonra Irak’a demokrasi gelmedi. Amerikan işgali aslında petrol savaşıydı”.
Filmin devamında yarar var:
“Amerikalılar Bağdat’ı işgal edince, tüm kamu binalarını yağma ettiler, Enerji Bakanlığı hariç. Orasını çembere aldılar, bütün dokümanları korudular”.
Savaş ve petrol arasında bağlantı kuruluyor. Filme devam:
 “Irak dünyanın ikinci büyük petrol rezervine sahip ülke. İşgalle birlikte, Irak Amerikan petrol şirketlerinin sömürü alanına dönüştürüldü”.
Antiemperyalist tavır sekmiyor. Filme devam:
“1928’den beri dünya tarihinin akışını Amerikan petrol şirketleri tayin ediyor. Amerika’nın Irak işgali bunun son örneğidir”.
İşgal sonrasında Irak halkının durumu kötü. Filme devam:
 “Amerika Irak halkını bölmeye geldi. Irak petrolleri, Amerikan şirketleri eliyle dünya pazarlarına akıyor, ama Irak halkı sefalet içinde”.
TRT’de gösterildi
Bazı bölümlerini aktardığım filmin adı ’Yedi Kardeşin Sırrı’. Aslı ’Yedi Kız Kardeş’(Seven Sisters) 50’lerde, 60’larda solun Amerikan petrol şirketlerine taktığı isim. Bu başlıkta kitaplar var, şirketlerin Ortadoğu ve Güney Amerika maceralarını anlatan kitaplar.
Film Amerikan radikalleri tarafından çevriliyor, Michael Moore örneği. Amerika’nın dünya egemenliğine karşı çıkan, Vietnam protestolarını andıran bir “belgesel”.
Eski Sovyet, Küba, İran, Venezuela ya da herhangi Amerikan karşıtı bir ülkede gösterilen filmler gibi. Savaşın Amerikan petrol tekellerinin çıkarları amacında kurgulandığını anlatan bir belgesel. Petrol ve savaş bağlantısını hiç bilmeyen biri filmi izlediğinde, “Yuh be, Amerikan yönetimleri tamamen petrol şirketlerinin emrindeymiş” diye feryat eder. O feryatlar önceki akşam Türkiye’de duyulmuş olabilir.
’Yedi Kardeşin Sırrı’önceki akşam 21.30-22 arasında TRT Haber kanalında yayınlanıyor. Başka kanalda değil, iktidarın emrindeki devlet kanalında.

 


Araları açık
Bundan çıkan ahlak dersi var. Devlet kanalında bu kadar sert bir Amerikan karşıtı belgesel yayınlanıyorsa...
1- Bundan iktidarın mutlaka haberi var.
2- Amerika’ya giydirmeyi iktidar bile önermiş olabilir.
3- Demek ki, Türkiye ile Amerika arasında soğuk rüzgârlar almış başını gidiyor.
Soğuk rüzgârlar aylardır var. 16 Mayıs’taki Tayyip Erdoğan-Obama görüşmesi epey tatsız. Ayrıca Erdoğan’ın bir çıkışına, demokrasi dışı uygulamalarına kısa sürede Beyaz Saray’dan net ifadelerle tepki geliyor.
Obama, Erdoğan’a eskisi gibi destek vermiyor. Erdoğan da, Amerika’ya dirsek atıyor. Araları kolay düzelmez gibi. Bu belgeselin TRT’de yayınlanması bunun kanıtı.
Yalçın Doğan Hürriyet

 

+++

 

Hacaloğlu da veda etti

Bir gazeteci daha Akşam Grubu ile yollarını ayırdı. Skytürk360’ta “Şimdi Söz Sizde’ile ekrana gelen Hilmi Hacaloğlu izleyicisine böyle veda etti:
“Vedalar hep böyle duygusal olur. Bundan sonra bu ekranda olmayacağım. Belki bu seneliğine, belki biraz daha uzun. Gazeteciler birçok yerde olur. Yeniden sokaklarda olmaya gayret edeceğim. Sizin de çok büyük katkılarınız var. İyi işler yaptık.

 

+++

 

Zat-ı şahanenin sansürü gibisi yok!

Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün Taksim Gezi’sindeki ilk gün izlenimlerini öven cümlesi bazılarının hiç hoşuna gitmedi.
Rivayete göre, bu konuşma sansüre tabi olmuş, resmi internet  sitesinde çıkmamış...
CHP’li Haluk Koç da bunu diline dolamıştı:
“Bu nasıl iş?” diye...
Sanki böyle işler ilk defa oluyor.

 


***

 


Biz cennet mekan, padişah efendimiz Abdülhamit’in devrinden geliyoruz, sansürün âlâsını zat-ı şahâneleri uygulatırdı.
Cevdet Kudret, “Abdülhamit devrinde yasaklanan sözler, sözcükler” i anlatır.
Doğrudur.

 


***

 


İkdam Gazetesi’nde bir haber çıkar:
“Dün gece Fransız sefarethanesinde verilen akşam yemeğinden sonra bir müsamere düzenlenerek bir de balo verilmiş, bu defa Union Française’de bir iki konser vermek üzere şehrimize gelip davetliler arasında bulunan meşhur kemani mösyö Thibaud tarafından bir iki solo çalınarak bütün hazır bulunanlar ‘teşrif-i âzân’ (kulakları küpe gibi süsleme) eylemiştir.
Saray harem ağalarından biri, ‘âzân’ (kulaklar) sözünü ‘ezan’, ‘solo’yu da ‘salavat’ diye anlayarak Matbuat Müdürü Ahmet Arifi Beye bir mektup göndermiş:
‘....Nasıl oluyor da dünkü gazetede yazılan fena havadisin basılmasına müsaade ettiniz? Müslümanların Halifesi Efendimize islâm alemi ne der? Hiç baloda ezan okunur, salavat getirilir mi? Allah belalarını versin.”

 


***

 


Görüyorsunuz ya, yalnız “sansür” değil muhbirler de var!
 “Şuradan buradan birkaç satırla yirmi otuz sözcüğü kaldırarak, kırmızı kalemiyle bunlardan boş kalan yerleri doldururdu; böylece, memur, yazarın ortağı olmuş olurdu.”
“Encümen-i Teftiş ve Muayene’nin gözleri keskin birer şiş idi ki, baktığı müsveddeleri delik deşik ederek kalbura çevirirdi; bunlardan, uzun cümleleri çıkarmakla, satırları alt üst etmekle, sözcüklerden çizdiklerinin yerlerine hatır ve hayale gelmez şeyler icat edip tıkmakla yetinmemişlerdi; hoşuna gitmeyen parçaların, vehmine dokunan fıkraların yerine kendine özgü eklemeler, benzetme şeyler yapmış hatta başlıkları değiştirmişlerdi.”
(...)
Hasan Pulur Milliyet