Özelleştirme, salgın, yıkım!..

En büyük başarılar en zor koşulların ürünüdür...

İşte bu saptama 90 yıl öncesi ile bugün arasında geçen zamanda, zor koşullarda üretilenlerin pervasızca tüketilmesinin çaresizliğini de yansıtıyor...

Devletin topyekün gafil avlandığının en çarpıcı, en kahredici görüntüleri Corona günlerinde de işte bu yüzden yaşanıyor...

İleriyi görmeyen siyasal anlayışın vizyonsuzluk çıkmazında, akılcı yatırımları sürdürmek yerine; ülkenin muasır medeniyete ulaşma çabalarını darbelemesi de anlaşılıyor iyice... Atatürk'ün; Kurtuluş Savaşı'nın hemen ardından başlattığı Aydınlanma Devri'nin tarım ve sanayideki müthiş yatırımlarının tüketilmesi, gafil avlanmak deyimini de bugünlerde iyice öne çıkartıyor işte...

Cumhurbaşkanı Erdoğan; her ne kadar Tekalif-i Milliye'ye sığınarak, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'nı başarıya ulaştırmak için halka yaptığı işbirliğine dikkat çekerek yardım kampanyası başlatsa da, Gazi'nin döneminde yapılan tarıma dayalı sanayinin yine bu iktidar döneminde tüketilmesi işte bu "gafil avlanmak" deyiminin içerisinde bocalayan vahameti oluşturuyor...

Evet; tüm dünya Coronaya karşı çaresiz ama Avrupa ve Amerika'da, tıp bilimindeki ilerleme salgına karşı direnç oluşturmak için çırpınırken, Türkiye'de bu konuda çaba içerisine girenler yok değil...

Ancak sağlık çalışanlarının canlarını hiçe sayarak giriştikleri

Corona mücadelesi sırasında, bir yandan da bazı merkezlerde virüse karşı aşı ve ilaç geliştirme çabaları medyaya yansırken, en basitinden bir maske üretimi ve dağıtımında yaşanan kaos utanç verici...  Şimdi de eczanelerde dağıtılacakmış maske...

İşte bu ortamda, Atatürk'ün salgın hastalıklara karşı çare bulsun diye kurduğu Hıfzısıhha Enstitüsü'nün AKP tarafından 2011 yılında neden kapatıldığı da tartışılıyor sıklıkla...

Her alanda olduğu gibi bu konuda da hiçbir eleştiri kabul etmeyen AKP'liler, Hıfzısıhha ile ilgili gafleti "hasta garantili şehir hastaneleri" ile örtbas etmeye çalışsalar da, bugün sağlık altyapısının salgına karşı yetersizliği kadar, salgınla mücadele etmesi gereken araştırma merkezinin yok edilmesinin vahim sonuçları çıkıyor öne...

Çünkü bir zamanlar Asya'ya bile kolera aşısı gönderen bir devletin dayanaklarından biriydi Hıfzısıhha Enstitüsü...

İlaca, çareye muhtaç!..

Evet; en büyük başarılar en zor koşullarda ortaya çıkar

saptamasının gerisinde sadece Hıfzısıhha'nın yok edilmesi sorgulanmıyor...

İşte Türkiye bu günlerde, üretimi oldukça basit olan eldiven ve maske sıkıntı çekerken, karşımıza Atatürk döneminin ürünü olan Sümerbank'ın neden pervasızca yok edildiği tartışmaları da çıkıyor...

Sümerbank'ın 55 fabrikasında, bugün dünyanın tamamının maske, önlük vs. ihtiyacını giderebilecek kapasiteye dikkat çekiliyor sosyal medyada...

Türkiye bugün üç kuruşluk maskeye bile muhtaç kalıyorsa; işte deniliyor ki, sadece Nazilli Basma Fabrikası bu işin üstesinden gelecek devasa bir kapasiteye sahipti ama yok edildi...

Temeli 1935'te atılan Nazilli Basma Fabrikası

Türk-Sovyet ortak yapımı olarak 1,5 yılda tamamlanmış...

Bedeli narenciye ile ödenen tesislerde 28 bin iğ ve 800 otomatik tezgâh varmış...

2400 işçiyle yılda, binlerce ton iplik işliyor, bununla 20 milyon metre basma üretiyormuş o muhteşem fabrika...

Velhasıl Corona yalnızca ülkemizin sağlığını bozmadı, bu salgın aynı zamanda sağlık altyapısı, makine araç gereç ihtiyacı ve basit sağlık ekipmanlarıyla malzemelerinin sıkıntısını da gündeme getirdi...

Sümerbank'ın 55 fabrikasıyla devletin kapatılan yüzlerce diğer tesisinde neler üretilmezdi acaba?..

ANAP döneminden itibaren AKP ile zirveye çıkan özelleştirme yağması devletin sadece sağlık alanında değil, neredeyse bütün gereksinimlerini karşılayacak yüzlerce  tesisi kapatmamış olsaydı, Koç Holding

maske, oksijen tüpü,

entübasyon kabini üretmek, hastanelere çamaşır, kurutma ve kahve makineleri dağıtmak zorunda kalır mıydı acaba?..

Özelleştirme rezaleti ile -her türlü ürün için dönüştürülebilecek- tesisler yok pahasına yağmalanmasaydı, devlet bugün Corona salgını karşısında maske- eldiven başta olmak üzere sağlık ekipmanlarının karşılanmasında bu kadar çaresiz kalır mıydı?..

Pasif duruma düşürülen Makine Kimya Endüstrisi tesislerinde, yapılacak revizyonla neler üretilmezdi acaba?..

Maske, önlük vs. üretilecek Askeri Dikim Evleri ve özellikle SSK'nın ilaç fabrikası nerede acaba?..

Bomontideki fabrikayı 2005'te kapatan AKP değil miydi?..

Ucuz ilaç sıkıntısına yol açan, milyonlarca insanı ilaç tekellerinin insafsızlığına terk eden, SSK'nın gelir kapısını kapatan bu skandal uygulama işte Coronanın ülkeyi kasıp kavurduğu dönemde utanç verici bir politikayı bir kez daha gündeme getirmedi mi?..

90 yıl sonra ders!..

Hiç kuşkusuz, cumhuriyetin kurucusu Atatürk'ün ne kadar vizyon sahibi, ne kadar yüksek öngörülü bir devlet ve siyaset adamı olduğu yaşanan felaketlerle de bir kez daha öne çıkıyor...

Çünkü yazının başında dikkat çektiğimiz "en büyük başarılar en zor koşulların ürünüdür" şeklindeki saptamayı tüm dünyaya en etkili yatırımlarla kanıtlamış bir devlet adamının, yokluk içerisinde inşa ettiği fabrikalar, devletin ve milletin neredeyse her alandaki gereksinimini 2000'li yılların başına kadar karşılıyordu ama yandaşlara satılarak yok edildi...

Türkiye'yi bugün yönetenler ise sanki bu ülkede yokluk olmayacakmış, sanki felaket yaşanmayacakmış, sanki zor dönemler gelmeyecekmiş gibi, "devlet bez üretir mi" diye basma fabrikasını, "devlet şeker üretir mi" diye şeker fabrikalarını kapatma gafletine düşünce, kendi kendine yeten ülkelerden biri olmaktan da çıkıverdi Türkiye...

Ülke ne yazık ki üç kuruşluk maskeye, 5 kuruşluk eldivene ve hemşire önlüğüne bile muhtaç kalacak hale getirildi...

Oysa Atatürk; sadece tarım ve sanayinin gelişmesi için değil, aynı zamanda istihdamı arttırırken, birer sosyo kültürel merkezlere de dönüştürmüştü fabrikaları...

İşte bu alandaki her türlü alt yapısıyla dünya genelindeki sanayi tesislerine örnek olan Nazilli Basma Fabrikası'nda olduğu gibi, insanların muasır medeniyet seviyesine ulaşabilecekleri entegre tesisler kazandırılmıştı ülkeye...

Bugün Türkiye, Corona salgınında sağlık araç-gereçleri ve ekipmanlarının sıkıntısını çekiyorsa, bu yıkım Gazi'nin Kurtuluş Savaşı'nın hemen ardından Aydınlanma Devrimi ile başlattığı sanayileşme çabalarını yok edilmesinin de sonucudur...

Ne kadar tuhaf değil mi; 1930'ların en zor koşullarında üretilen başarıların, 21. yüzyılda gaflet ve ihanetle tüketilmesinin acı sonuçlarını da yaşıyor Türkiye...

Ancak halen uyanmıyor bugünkü iktidar, halen uyanmıyor ona destek verenler ve arkalarında militan gibi savaşan kalemşörler...

Peki; AKP iktidarıyla öncesindeki siyaset anlayışlarının, devletin adeta ayağına kurşun sıkarak milleti bugün maskeye bile muhtaç bıraktığı ortadayken, Gazi'nin ölümünden 82 yıl sonra bile, geçmişte yaptıklarıyla bugünlere ders vermesine sevinelim mi, üzülelim mi?..

 

dfs-004-001-011.jpg

Yazarın Diğer Yazıları