Petrol batağında işgal!..

Geçen hafta sosyal medyaya bir adamı hıçkıra hıçkıra ağlarken gösteren bir fotoğraf yansıdı... İşte o fotoğrafın altında şunlar yazıyordu;

"Iraklı tarihi eserler uzmanı Berlin'de müzeyi gezerken ülkesinden kaçırılan tarihi eserleri görünce, 'çaldılar seni ey Irak' diye haykırdı ve gözyaşlarına boğuldu..."

Fotoğraftaki Iraklı ve onun gözyaşlarını çaresizlikle izleyen kadının görüntüsü bir ülkenin nasıl yağmalandığını bir kez daha gözler önüne serdi...

Evet; "Arap Baharı" zırvasının henüz devreye sokulmadığı dönemde, dinci teröre destek verdiği iddiasıyla işgal edilen Irak'ta göz koyulan varlıklar yalnızca yeraltı enerji kaynakları değildi...

Irak'ın elbette doğası, tarihi,  zenginlikleri, huzuru ve en önemlisi de insanlığı yağmalandı ama kültürel kıyım konusunda sınır tanımayan emperyalist alçaklık yalnızca Irak Merkez Bankası'nın külçe altınlarını kamyonlarla götürmedi...

İşgal sırasında, aynı zamanda Bağdat Müzesi başta olmak üzere, çok değerli tarihi eserlerin sergilendiği kültür merkezleri de yağmalandı...

İngiltere'nin ünlü müzesi British Museum, bazıları yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen 156 tarihi eseri Bağdat'a iade etti ama

Iraklı uzmanın gözyaşları da gösterdi ki, Avrupa ülkelerinden çoğunun talan konusundaki yüzsüzlüğü devam ediyor...

Yani, emperyalizm sadece bir coğrafyada insan yaşamını, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini, ulusal kaynakları yağmalamamış, aynı zamanda bir ulusun geçmişinin tapusu olan tarihi- kültürel varlıkları da talan ederek,

Arap ülkelerini huzur getirileceği iddiasıyla işgal etmenin büyük bir aldatmaca olduğunu gözler önüne sermişti...

Irak, Libya, Suriye...

Konumuz aslında dünyanın her tarafında acımasızca sürdürülen tarihi eser yağmacılığı değil...

Yalnızca emperyalistler işgal ettikleri ülkelerde yağma düzeninde rant elde etmiyorlar...

Orta Doğu'nun, Afrika'nın birçok ülkesinde de iç dinamikler yağmacılığı öne çıkartıyor ve uluslar bazen kendi kültürlerini bile kaçakçılık uğruna talan etmekten kaçınmıyor... Türkiye'nin de bu konuda hoş bir geçmişi yok ama biz  yanıbaşımızda dönen tezgahın paslı çarkına dönelim... Yani asıl meseleye...

Dünyada belki de en çok Orta Doğu coğrafyası ve Afrika'nın bir kesiminde yer altından zenginlik fışkırıyor...

Bu zenginlik yalnızca tarihi eser bolluğundan kaynaklanmıyor, en büyük yağma başta doğalgaz ve petrol olmak üzere yeraltı enerji kaynakları üzerinden yürütülüyor...

Kuzey Afrika'da dünyanın en önemli yeraltı kaynaklarına sahip olan Libya'nın iç savaşa sürüklenerek yağmalanması ve lideri Kaddafi'nin de yağmacılığın taşeronu tetikçiler tarafından linç edilmesinin yanıtı da burada...

Dünyanın birçok coğrafyasında sorunlar büyürken, başta petrol ve doğalgaz olmak üzere enerji kaynaklarıyla ünlü Irak ve Libya'nın halka huzur getirileceği iddiasıyla iç savaşa sürüklenmesi de herhalde rastlantı olarak görülemez...

Ve yine önümüzdeki 50 yıl içinde petrolden daha değerli olacak su kaynaklarının iki önemli hattı, Dicle ile Fırat'ın geçtiği bir coğrafyada "Arap Baharı" safsatasının dayatılması da bir rastlantı olmamalı...

Peki, yeraltı kaynakları üzerinden yürütülen işgalcilik Irak ve Libya'nın yağmalanmasından sonra bitti mi acaba?.. Ne yazık ki değil...

Özerlik planı mı?..

ABD, Avrupa Birliği ve emperyalist yandaşları Irak'tan sonra, aslında yeraltı kaynakları bakımından önemli coğrafyalardan bir olan İran'ı gözüne kestirmiş, ancak ABD'yi "büyük şeytan"  olarak nitelendiren ve İsrail'e her fırsatta tehditler yağdıran mollaların kolay lokma olmadığını anlamışlardı...

Yeraltı ve yerüstü yağmacılığı işte bu yüzden hedef değiştirmiş ve namlular Suriye'ye çevrilmişti...

Her ne kadar Arap ülkeleri içerisinde Irak, Libya, Suudi Arabistan kadar enerji kaynakları konusunda zengin olmasa da, Suriye de bu gerekçeyle işgale uğradı...

Rastlantılara dikkat çekmişken, uçsuz bucaksız tarım alanları ve doğal kaynaklar bakımından oldukça varlıklı olan Suriye'de yağmacılığın tetikçileri olarak görevlendirilen terör örgütlerinin cirit atması da rastlantı sayılmamalı.

İşte o güçlerin petrol uğruna hareket ettiğini gösteren bazı açıklama ve eylemler üzerinde ısrarla düşünülmesi gerekiyor...

Tesadüf mü şimdi; son günlerde Rusya'dan sonra ABD'nin de muhatap aldığı ve Trump'ın telefonla görüşerek övgüler yağdırdığı "Mazlum Kobani" kod adlı PKK'lı ile ilgili vahim paylaşımlar?..

PKK militanına sosyal medya üzerinden seslenirken,

"Mazlum Kobani ile konuşmamdan zevk aldım. Ben de Kürtlerin yaptıklarını takdir ediyorum. Belki de Kürtlerin 'petrol' bölgesine gitme zamanı gelmiştir" diyen Trump neyi ifşa etmiş oldu acaba?..

İşte bu sorunun yanıtı dün ajanslara yansıdı... Bakınız, işgalciliğin asıl hedefinin "petrol" olduğunu bir kez daha kanıtlayan yeni plan ajanslar üzerinden nasıl duyurulmuştu:

"Pentagon, Suriye'nin doğusunda, IŞİD'ten geri alınan ve Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) denetimindeki petrol sahalarının korunması amacıyla asker ve zırhlı araç göndermeyi planlıyor... ABD Savunma Bakanı Mark Esper, IŞİD'in petrol sahalarına erişmesini engellemek için Deyr Ez Zor'daki pozisyonlarını güçlendirici bazı adımlar atacaklarını, bunun bazı mekanize güçleri de içereceğini söyledi..."

Şimdi asıl soruyu soralım; Amerika, Irak'ı işgal ederek Kuzey Irak'ta petrol sahalarını devrettiği peşmergelerden özerk bölge yaratırken, Kürt devleti planının ikinci özerk bölgesini de Suriye petrollerini PKK/ YPG'ye teslim ederek mi oluşturacak?..

 

Yazarın Diğer Yazıları