Rahmetli Akif, Atatürk’e bunu niye yaptı?
Ezher’de okurken 1927 doğumlu Prof. Dr. Ali Özek ile Kahire’de yaşayan, Mısır ulemâsını pek çok konuda dize getirmiş Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi arasında şöyle bir diyalog geçer:
“- Demek sen beni mebus ve Şeyhülislam yapan Elmalılı Hamdi Yazır’ın hemşerisisin. Benim adıma Şeyh Said’i ziyaret et selam söyle ve şu hususları konuş ve cevabını bana getir. Ne kadar talebesi var?
Ali Özek izin alıp memleketine döndüğünde Ezher’de hocası olan Şeyhülislam Sabri Efendi’nin aktardıklarını Şeyh Said’le konuşmaya başlar:
Özek:
“- Kaç şakirdin var?
Şeyh Said :
“-Beş yüz bin şakirdim var.”
Sabri Efendi adına Özek:
“-Bu kadar şakirdin olduğu halde neden bir eylem yapmıyorsun. Ne bekliyorsun. Zaten yaşın hayli ilerlemiş. Türkiye’de İslâm’ın güçlenmesi için bir hareket yapmak gerekmez mi? Bunu senden başka kim yapabilir? Şu anda bu iş senin sorumluluğunda.”
Şeyh Said:
“- Bizim davamız eylem değil, imanı kurtarmaktır. Halkın imanını geliştirmek, güçlendirmek için eyleme değil bilgiye, marifete ihtiyaç vardır. Bizim yaptığımız ve yapmağa çalıştığımız da budur. Şimdi vasat eylem ve hareket vasatı değildir. Eylem her şeyden önce plana, programa ve hikmetli bir yönetime muhtaçtır. Bunlar olmadan yapılacak hareket fayda yerine zarar getirir. Sabri Efendi bunları çok iyi bilir. Bunlar benim işim değildir. Sabri Efendiye selam şöyle, o gelsin bir hareket başlatsın, ben 500 bin şakirdimle onun emrinde nefer olarak çalışmağa hazırım!”
Daha sonra neler oldu, devreye hangi mihraklar girdi de Şeyh Said’i genç ve yorgun Türkiye Cumhuriyeti’ne tam 500 bin silahlı adamı ile isyana ikna etti; hakikat tek, amma rivayet muhtelif.
Biz bu diyalogu burada bırakalım ve gününüze dönelim.
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ramazan Yıldızoğlu, Şeyhülislam Sabri Efendi, onu mebus ve Şeyhülislam yapan Elmalılı Hamdi Yazır ve Mehmet Akifler’in, Ömer Nasuli Bilmen ve Hasan Basri Çantay’ların sohbet arkadaşı olmuş Prof. Ali Özek’in hatıralarını kaleme almış.
Ali Özek Hoca Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sonrası nelerle karşılaştığını bakınız nasıl anlatıyor:
‘Mustafa Kemal’i ilk zamanlarda hocalar, müftüler destekledi. Savaşı beraber kazandılar. O da onlara bir değer veriyordu. Sabatayistler o zaman Mustafa Kemal’e Hasan Basri Çantay grubu bu işi başaramaz diyorlar. O da tamam diyor, fakat onlara bir görev veriyor. Bunlar hükümeti kuramayınca Sabatayistler devreye giriyor. Mustafa Kemal de buna çok üzülüyor ve kızıyor. (...) Hasan Basri Çantay’dan dinlediğim -Bu işi başaramadık- şeklindedir.’
Dr. Yıldırım’ın eserinden yapılan alıntıya devam edelim:
‘Ömer Nasuhi Hoca, her zaman eski dönem mevzuları açıldığında, -Kabahat bizdedir- derdi.’
‘O senelerde, 1921’den sonra galiba, Mustafa Kemal iyice güçleniyor. Birçok olay baş gösteriyor. Oralarda çok sert davranıyor ve başarıyor. Sabatayistler o sırada Mustafa Kemal’in etrafında yerlerini almış zaten. O dönemde üç tane grup var. Biri Dr. Rıza Nur grubu. Şamanist olmak istiyorlar. Onlar ırkçıydı, Türklerin dini Şamanizm diye bir yola giriyorlar. Mustafa Necati o zaman Milli Eğitim Bakanı’ydı. O da Hıristiyan olalım diyor. Mustafa Kemal ve arkadaşları da biz ne Hıristiyan’ız ne de Şamanistiz. Biz Müslümanız ama reform yapacağız diyorlardı. Mustafa Kemal, Rıfat Börekçi’yi Diyanet İşleri Başkanı yapıyor. Protokoldeki yeri de Başbakan’dan önceydi. (..) Bu bana göre bir mana ifade ediyor.’
Ali Özek Hoca anlatmaya devam ediyor:
‘Mustafa Kemal, Mehmet Akif’in de bulunduğu dindar gruba hükümeti kurma yetkisi veriyor. Yani o günün muhafazakâr milletvekillerine hükümeti kurun diyor. Başbakan olarak kimi düşünüyorlardı, onu bilmiyorum ama herhalde Hasan Basri Çantay’ı düşünüyorlardı. -Bu görev bize verildi. Biz de toplandık fakat hiç kimse görev kabul etmedi. Mehmet Akif’e Milli Eğitim Bakanlığı’nı teklif ettik, kabul etmedi. Bir gün, sabah ezanı okununcaya kadar yalvardık. Gene de kabul etmedi. O yüzden kabahat bizdeydi. Eğer hükümeti kurabilseydik bu işler böyle olmazdı.’
Bu hatırat o dönem hakkında bilinmeyen önemli bir gerçeği ortaya çıkarıyor.
“Virüssüz” ve “hormonsuz” Atatürk’ü yani “normal Atatürk’ü” tanımamıza bir hayli yardımcı oluyor...