Siyaset kimin çakarına çalışıyor?

Siyasi gürültüye, kuş bakışı, şöyle bir saha gözlemcisi gibi bakın lütfen.

Ne görüyorsunuz?

İtişi kakışı, ben sen ayrımı ve kim kazandı kazanacak gerilimi üzerinden yaratılan kitle psikolojisine yönelik etkileri görüyorsunuz.

Hâlbuki adı ne olursa olsun, fikir ve düşüncesine bakılmaksızın, herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil mi?

Evet öyle.

Her biri, hukuk karşısında eşit. Anayasal düzen içinde davranması gereken ve seçildikleri takdirde yine hukuk düzeni içinde kalarak ülkelerini yönetecek olan kimseler. Öyle değil mi?

Evet öyle.

Madem öyle, madem herkes yurttaşlık hakları bakımından eşit ve bu ülkenin insanı, öyle ise bu tantana ve husumet neyin nesi?

Siyasal kampların güç çıkar savaşı.

Ne kadar üzücü ki bu savaşın içinde sadece toplumsal çıkar yok. Toplumu bir yere götürme, refah düzeyini artırma, beklediği adalet düzenini kendisine hak ettiği için verme yarışı yok.

İktidarın hırsına bakılırsa her yeri Cumhur İttifakı kazanacak, az biraz da muhalefet kazanacak.

Ya fikirler, ideolojiler, iddia etilen kavramlar?

Mesela milliyetçilik?

Mesela İslamcılık.

Bunlar sadece ve sadece araç. Toplumsal kitleleri, bir başka deyişle siyasi mahalleyi, daha başka bir söyleyişle takipçi sürüyü kontrol etmek için gerekli aparatlar. Onlar olmasa toplumsal algıları, kanaatleri nasıl yöneteceksiniz?

Dini ideoloji olmasa, dindar kitleleri ne yapıp da kendinize oy verdireceksiniz?

Aynı şey milliyetçilik için de geçerli.

Liberalizm, sosyalizm vb. için de.

Biri çıkıp diyebilir ki, halkın derdine, sorunlarına odaklanırım. İhtiyaçlarına yönelik siyaset yaparım. Halkın dini inançlarını, milliyetçiliğini, solculuğunu sömürmem.

Olmaz mı?

Olur tabi. Neden olmasın.

Asıl siyaset, toplumsal kesimlerin çıkarına olacak biçimde üretilen siyasettir. Atatürk dönemi hariç, Türkiye’de bu hiç olmadı. Atatürk döneminde, yönetenlerin çıkarından çok, toplumun çıkarının öncelendiğini ve ideal bir Türkiye yaratmak arzusuyla 15 yılda, onlarca fabrika, işletme, sanayi hamlesi gerçekleştirildiğini biliyoruz.

Bu kamucu bir siyasetti.

Siyasetin finansmanı, iktidar çevresinin çıkardan çok toplumsal grupların ve halkın çıkarınaydı.

Türkiye bu anlayışı kayıp etti.

1950’lerden sonra siyasetin çıkarı, siyasetin finansmanıyla içi içe, siyasal iktidar ve yandaşlarının çıkarına dönüştü. 20 yıldır yaşamakta olduğumuz siyasal süreç ise, bu zihniyetin zirveye çıktığı dönem olarak tarihe geçecektir. Bu sebeple, mevcut siyasi aktörler, kamucu-toplumcu-halkçı değil, bencil ve salt çıkarcıdır. Kamunun kaynaklarıyla zenginleşme, sınıf atlama, lüks yaşam koşullarına erişerek, yaşam kalitesini yükseltme arzusundadır.

Bu sebepledir ki ne milliyetçiliğin toplumculuğuna, ne dinin hakkaniyet ve adalet felsefesine uymayan davranışlar içindedirler. Haliyle “Biz kazanacağız” dediklerinde, özne olarak kendilerini kast ettiklerini artık biliyoruz. Onlar, “Biz kazanacağız” deyince, ne milliyetçilik, ne muhafazakârlık / İslamcılık kazanmıyor. Tam tersine pörsütülüp değersizleştiriliyor. Değerlerin içi boşaltılıyor.

Kazandıklarında iktidar gücü ile bu gücün kullanım tekelinde olan, devletin finansmanını dağıtma yetkisini ele geçirmiş oluyorlar.

Siyasetin finansmanı sorunu, toplumsal çıkarların önceliğini geri plana ittiği için, çıkar grupları, iktidar çevresine üşüşüyor ve nemalanmak için birbiriyle yarışıyor. Kimi ihale, kimi sanat, kimi spor, kimi medya herkes parasal kaynağın peşinde oluyor.

Nemalar dağıtıldıkça, siyaset-medya, siyaset ekonomi, siyaset-ihale, siyaset-spor iktidar etrafında kümeleniyor. Böylece dağıtım tekeli ve gücünü sürekli elinde tutmak isteyen iktidar ve çevresi, hâlihazırda elinde tuttuğu parasal gücü, emretme ve hükmetme gücüyle birlikte sürdürebilmek için elinden geleni yapıyor. Gerekirse yasaları tanımıyor. Bazen yemin ettiği anayasanın yanından yöresinden dolanıyor.

Bazen yarattığı büyük yoksullaşmayı, yoksullaştırdığı artırıyor. Kitlelerin aleyhine olan durumu devam ettirebilmek için onlara da kamu kaynaklarından “Sosyal devlet” gerekçesiyle kaynak dağıtıyor. Böylece yoksullaşan insanları etrafında toplayarak siyasi merkezi tahkim ediyor. Hâlbuki asıl işi, yoksulluğu önlemek, toplumsal refahı artırmak, ülke kalkınmasına katkı sağlamak ve milli gelirden alınan payı mümkünse eşitlemektir.

Sonuç olarak Türkiye’de siyaset, halkın çıkarından çok, iktidar gücü ve çevresinin çıkarına hizmet ediyor.

Yazarın Diğer Yazıları