Osmanlı’da bir garip olaylar: Timsahla ağacın cimasından, İstanbul'da maymun katline

Osmanlı’da bir garip olaylar: Timsahla ağacın cimasından, İstanbul'da maymun katline

Osmanlı’yı "gül devri" sananlar bu yazıyı okuyunca
yok artık diyecek.
Belki dinsizlikle, belki ecdada saygısızlıkla suçlayacak.
Ama Osmanlı’da yaşanan olaylara
göz yummak, sağıra yatmak ne kadar doğru olabilir ki?
Türk insanı ecdadının şanı, şöhreti ile övünmeye elbet devam edecek lakin geçmişindeki hataları bilmeyenler
gelecekte o hatalara düşmeye mahkumdur.
Bu yüzden geçmişte ecdadın düştüğü hataları bilmek, analiz etmek
tedbir almak mecburidir...
Şöyle ki;
Molla Kamil Efendi 1688 yılında dünyaya geldi.
Eğitimini Roma ve Paris’te tamamladı.
Ziraat üzerine eğitim görmüş başarılı ve zeki biriydi.
İstanbul’a döndü,
Saray’da bostancıbaşının yanında işe başladı.
1720’de Osmanlı’da Lale Devri yaşanırken lale bahçelerine bir hastalık düştü.
Hastalığa deva olan Kamil Efendi, Saray’ın gözüne girdi.
3. Ahmet tarafından, Halaskaran-ı lalezar ilan edildi.
Molla Kamil Efendi Fransa’da görüp çok beğendiği
avokado bitkisini Yalova’da yetiştirmeye koyuldu.
"Avokad nam bu ağaca kim timsah armudu da derler,
faidesi saymakla bitmez.
Sayesi hoş, bakması ala, yemişi leziz ve şifadır.
Meyvesi cennet taamı olup neyle yense yakışır,
ağza ferahlık mideye küşayiş verir.
Yağı sürülende cilde sedefi bir nur katar.
Evrakı pişirilip içilse hasat-ül kilyenin (böbrek taşı) ilacudur."
dedi.
Avakado İstanbul’da patlama yaptı.
Bir anda zengin sofralarının vazgeçilmezi oldu.
Zaman 1730’a geldi eylül ayında patlak veren Patrona Halil ayaklanması
Lale Devri’nin sonu olurken avokadoyu da yanında götürdü.
Nasıl mı dersiniz!..
Ayaklanmaya katılan bir grup yobaz;
Avokadonun timsah ile ağacın ilişkiye girmesi,
yani seks yapması sonucu mahsul olduğu söyledi!..

Cahilliğin, yobazlığın böylesi…
Mekruh olduğu, Müslüman memlekette yenilmesinin caiz olmadığı fetvası verildi
Yalova’daki tüm ağaçlar yakıldı…
Türk tarihinin belki bu ilk modern tarım denemesi,
bir grup yobaz tarafından durdurulmuş ve
avokadonun tekrar ülkemize girişi ancak yaklaşık 250 yıl sonra olabilmiştir.
Dinden çok dinci, İslam’dan çok İslamcı…
Yobazlığı tetikleyen insanların gözüne bant, kulağına tıpa, mantığına set çeken
kontrolsüz din eğitiminin tarikatların, cemaatlerin sonu.
Günümüzde teknoloji, ve medeniyet kırıntıları sayesinde bu cahillik
toplumun tamamın sirayet etmiyor ancak,
Nice toplumlar kendi kabuğunun içinde benzeri düşünceler ile
kendini ve neslini zehirlemeye devam ediyor…
Tarih bu ve benzeri çok ilginç olaylara tanıklık etmiş!

Tarihe not düşülen bir garip olay da maymunların idam edilmesi.
Fetihlerden elde edilen gelirler ve o bölgelerden alınan malların artmasıyla
İstanbul’da maymun sayısı bir hayli artmıştı.
Maymunlar evlerden donanma gemilerine kadar
Osmanlı hayatının birçok alanına giren maymunları
İbrahim Hakkı Konyalı şöyle anlatıyor:
"Kuzey Afrika tamamen Türk sınırları içine alındıktan sonra
İstanbul’a çok sayıda maymun getirilmişti,
3. Sultan Murat devrinin refahlı ve zengin halk tabakaları arasında
maymun bir süs ve oyuncak olmuştu."

Hatta, Kemaleddin Ebu Abdullah ed-Demirî tarafından kaleme alınan
Hayâtü’l-Hayevan isimli kitapta hem terzilikte görev alan,
hem de kuyumculukla uğraşan maymunlardan söz edilmektedir.
Aynı kaynağa göre Yemen''deki maymunlar bakkallık ve
kasaplık gibi işlerde bile çalıştırılmıştır.
Bazı Osmanlı vatandaşları ve güç sahipleri,
maymunların insanlarla bu kadar iç içe olmasından hiç de hoşnut değildi.
Sultan Murat’ın imamlığını yapan ve daha sonra
Rumeli kazaskeri olan Manisalı Molla Abdulkerim Efendi
adeta "maymun düşmanı" denecek kadar nefret besliyordu.
Bu nefreti öyle boyutlara ulaşmıştı ki,
her maymun gördüğünde hayvanın asılmasını emrettiği,
adının maymunkeş imama çıktığı söylenmektedir.
Dursun Gürlek, 1590-1591''li yıllarda yaşanan olayları şöyle anlatıyor:
"Hicri 999 yılında istanbul meydanlarındaki bütün büyük ağaçlar,
sanki maymundan meyve vermiş ağaçlara benzemişti.
İri maymunlar için özel idam sehpaları bile kurularak
cesetleri halka teşhir ediliyordu.
Abdulkerim atına atlar semt semt dolaşır,
idam edilecek maymunların iplerini kendi eliyle çekerdi."

Son derece tutucu olan Abdulkerim Efendi,
maymunların fuhuş amacıyla ve kadınların kendilerini
tatmin etmek amacıyla kullanılmasından da korkmakta;
halkın bu sebeple de yoldan çıkacağını düşünerek maymunlara
daha da fazla nefret beslemektedir.
Çeşitli kaynaklara göre bu olaylardan birisi şu şekilde yaşanmış ve
Abdulkerim Efendi''ye "maymunkeş" lakabını kazandırmıştır:
Olaylar dini bütün bir mollanın Fatih Camii’nde verdiği bir Cuma vaazıyla başlıyor,
molla, ateşli bir konuşmayla
''kadınların bu maymunları fena işlerde kullandığını'' anlatıyor.
Cuma çıkışı kızgın kalabalık önde bizim molla,
Azapkapı ve Galata’daki maymun satıcılarını basıyor.
Tarihçiler o günü
''İstanbul’da dalında maymun sallanmayan tek bir ağaç kalmadı.'' diye anlatır.
Molla, yakalanan maymunları kendi elleriyle asıyor,
iri maymunlar için ayrı idam sehpası hazırlıyor.
İstanbul’un maymunlarının hikayesi maalesef bu şekilde sona eriyor,
yapılan katliama tanık olan halk o günden sonra mollaya
''maymunkeş'' lakabını takıyor.
Tarihçi Murat Bardakçı da "Eskiden Maymunları Bile İdam Ederdik" başlıklı eski bir yazısında
Reşad Ekrem Koçu’nun şu cümlelerini aktarır:
"Bir gün Üçüncü Murad''ın hürmetini kazanmış olan váizlerden
Abdülkerim Efendi ''kadınlar maymunları fuhuş aleti yaparlar'' deyip
başına binlerce kişiyi topladı,
dükkanları bastı ve zavallı hayvanları idam ettirdi."

Bir söylentiyle binlerce cana kıymak bu kadar kolay mı?
Evet kolay, din adı altında bir konum ve pozisyona yükselen
birileri üzerinde etki edebilen insanların zihniyeti
o kadar tehlikeli bir hal alabilir ki
bir gün maymunlar bir gün insanlar toplu kıyıma uğrayabilir
Tarihimiz bu ve benzeri katliamlarla doludur.
Rüyada peygamber gördüren terlik satanlar,
duayla uçak düşürenler,
badeciler, dini çıkarına alet edenlerin yakın örnekleri…
Din tabii ki insan hayatı için büyük kıymet ve yere sahiptir,
Ancak tehlikenin farkında olmak,
kendini cahilliğin derin bataklığına teslim etmemek
hayati bir önem taşıyor.
Türk insanı, Türklükten uzaklaşıp, kendini karanlığa hapsettikçe
bu ve benzeri olayların yaşanması da an meselesidir!..

Yazarın Diğer Yazıları