Türk dünyasında ortak alfabe sorunu...
Türk dünyasının her köşesinde birbirini anlayabilen, iletişim problemlerinin en aza indirgenebildiği, aynı kültür ve edebiyat içerisinde yoğrulabilen nesillerin yetişebilmesi ortak bir alfabenin kullanılmasıyla mümkün hale gelebilir. Bu konuda halen devam eden karmaşa ve belirsizliklerden dolayı yaklaşık 300 milyonluk bir nüfusun bütünleşme sürecinde nihai adımlar atılamıyor ve uzak kalmış coğrafyalar arasında ilim, kültür ve edebiyatta algı ortaklığı sağlanamıyor.
Tarihsel gelişmelere bakıldığında alfabe konusundaki belirgin ayrışmanın Stalin döneminde (1930-1940) gerçekleştiği anlaşılıyor. Stalin döneminde tüm Türk boyları Kiril alfabesine geçirilirken, aynı alfabe altında farklı harfler icat edilerek Türk boylarının birbiri ile anlaşması, aynı yayınları okuması engelleniyor; bu konuda gayret gösterenler idam, sürgün ve hapis gibi yollarla susturulmak isteniyor.
Bugün ise Kazakistan ve Kırgızistan Kiril alfabesini kullanmaya devam ediyor. Ancak aradan geçen zaman ve değişen sosyo-ekonomik koşullarla birlikte her iki ülkenin Latin alfabesine geçiş hususunda eskiye oranla daha istekli olduğu görülüyor. Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan Latin alfabesine geçmiş olmalarına rağmen algıda ortaklaşmayı engelleyebilecek bazı farklılıklar bulunuyor. Üstelik Özbekistan’ın bir süredir Türkiye’nin bulunduğu toplantılara katılmaması ve Türkmenistan’ın tarafsızlık statüsü ortaklaşma çalışmalarının sekteye uğramasına sebep oluyor.
Peki Türk dünyasında ortak alfabeye nasıl geçilebilir?
Bu konuda son dönemde yapılan bilimlik toplantılar, heyetlerarası görüşmeler ve siyasilerin zaman zaman yaptıkları çağrılar dikkate alındığında ortak alfabeye geçiş iradesinin adeta saklı bir hazine konumunda olduğu ileri sürülebilir. Zira tarafların ortak akılla bulacakları çözüm önerileri yerine farklılıkların ön plana çıkarıldığı ve “bu şekilde olmaz” yaklaşımının ülkelerin bürokratik sistemine hakim kılındığı görülüyor. Konunun otorite isimlerinden Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun tarafından ortak alfabeye geçişin uzun bir zaman sürecinde ve kademeli biçimde gerçekleşebileceği ortaya konuluyor. İlk kademede yazı dillerinden birinin ve büyük ihtimalle Türkiye Türkçesinin bir üst dil olarak kullanılması, ikinci kademede bu üst dilin diğer Türk yazı dillerinden unsurlar alarak zenginleşmesi ve böylelikle Türk yazı dillerinin alt dil olarak yaşamaya devam edebileceği ifade ediliyor. Bazı uzmanlar ise “üst dil” , “alt dil” meselesine tereddütle yaklaşıyor ve ortak alfabede kullanılacak harf sayısının tüm Türk dünyasının anlayabileceği şekilde belirlenmesi gerektiğini vurguluyor.
Türk Konseyi Genel Sekreteri Halil Akıncı’nın Kazakistan’daki bir haber sitesinde yer alan açıklamaları bu hassasiyetlere dikkat çeker nitelikte. Akıncı, Türk Akademisi’ne ortak bir alfabe geliştirilmesi konusunda teklifte bulunduklarını ve incelenmekte olduğunu ifade ediyor. Aynı açıklamada “herhangi bir dilin başka bir dille değiştirilmesi söz konusu değil, kimse kimseye bir şey yaptırmaya çalışmıyor” diyerek belirli düzeydeki eleştirileri engellemeye çalışıyor.
O halde hiç vakit kaybetmeden Türk Konseyi ya da Türk Akademisi tarafından ortak alfabe konusunda geniş katılımlı ve her görüşün seslendirilebileceği büyük bir organizasyon düzenlenmeli. Siyasiler, sivil toplum temsilcileri ve bürokratlar da bu organizasyonun bir parçası haline getirilerek, alınacak kararlar “Ortak Alfabe Komisyonu” tarafından takip edilmelidir.
Şimdi bekleyip göreceğiz, bakalım bu çağrımız nasıl bir cevap bulacak...