Türkiye hem laik ve hem de Müslüman olamaz mı?

Ne tartışıyoruz biz?

Laiklik.

Şeriat.

Tartışmak, karşılıklı birbirine laf yetiştirme değil. Tartışmak demek, bir konuyu veya kavramı, derinlemesine irdeleyip, analiz ederek, buradan tutarlı ve elbette mantıklı bir sonuca varmak ve böylece ortaya inandırıcı bir fikir/görüş sunmaktır. Bir konuyu ya da kavramı analiz edebilmeniz için, o konu ya da kavramın bileşenlerini, kendisini meydana getiren bölüm ve kısımlarını önce ayırıp, sonra arasındaki bağı ortaya koyarak, belirli ölçütlerle irdelemeniz gerekir.

İşte buna bilim diyoruz.

Sosyal bilimler kanun koymaz. Daha doğrusu koyamaz. En fazla kuram(teori) ortaya koyar. Bunu yapabilmek için de olguları analiz ederek buradan zihinsel çıkarıma gider. Kısaca sosyal bilimlerin yöntemi “hermenötik”tir.

Türkçesi, kısaca yorumlama demek.

Sözü edilen yorum, rastgele değil mantıksal ölçütlere uygun, analizci bir bakışla yapılır.

Buradan hareketle, “Şeriat” ve “Laiklik” kavramlarını irdeleyen kimse var mı?

Özellikle teologların şeriat olgusunun nesnel özellikleriyle zihin haritasını bize vermesi lazım ki biz de kavramın etimolojisinden çok, içeriğinin toplumsal yansımalarına bakalım.

Basit bir dille söylersem, önce şeriat kavramının içerik bilgisini dini anlamıyla bir görmemiz gerekir.

Neleri kapsıyor, neleri dışarıda bırakıyor.

Mesela, Allah güney komşumuzdaki gibi bir rejim vahiy etti mi?

Yoksa Allah, hiçbir siyaset önermeden, rejim vahiy etmeden, dini kurallar koydu da insanların uymasını mı istedi?

Kısacası şeriatın (dini yolun), nasıl bir yol olduğu, zamana, döneme, çağa ve sürece göre değişen tarafının olup olmadığı bilinmelidir.

Örneğin el kesme cezası, kısas, dönemsel mi, süreğen mi?

Hırsızın eli kesilecekse ve bu ceza da süreğense, “Kleptomani” (Psikolojik çalma hastalığı) ne olacak?

Tabii şeriatın toplumsal tarafı da var.

Namaz, oruç, hac, zekât verme gibi ibadet, cenaze kaldırma, borcu ödeme, borç alma, ticarette kurallara uyma gibi muamelat kısmı da var.

Bu yönüyle Türkiye’de şeriat yaşıyor. Kimse de rahatsız olmuyor. Zikir çekene niye çekiyorsun diyen yok. Malının kırkta birini götürüp kimsesi olmayana verirsen kanunlar yakana yapışmıyor.

Laik sistem namaz kılanı tutuklamıyor.

Arazilerini, oğullarına ve kızlarına bir sözleşme yaparak veya bir vasiyetname ile dağıtırsan, bunu da şeriata göre yaparsan, laik sistemin kanunları kimsenin yakasına yapışmıyor. İtiraz eden olursa, işte o zaman devreye, sistemin kendi yasal hükümleri giriyor. Diyeceksiniz ki; “Önemli olan burası.” Derim ki: Din, iman bir inanç ve vicdan meselesidir. Eğer mümin ise kişi, Allah’ın takdir ettiği hakkına razı olmalı. Rıza göstermiyorsa Allah da, kul da buna karışmaz. Belki, o babanın varisleri yeterince iman etmiyordur. Kim bilir. Etmeyeni zorla Allah’a itaat ettiremeyeceğimizi yine Allah söylemiyor mu?

Görülüyor ki, şeriat laik sistemde yaşıyor.

Ne yaşamıyor?

Padişahlık yönetimiyle tarihsel süreçte gelenekselleşen dini baskıya dayalı siyasal yönetim ile bunun getirdiği hukuksal düzen yaşamıyor.

Laikçi kesime gelince, onlar şeriatı yönetim biçimi olarak anlamaktalar. Çok haksız sayılmazlar ancak tarihsel süreçte şeriat, siyasal sistemin yönetsel bir güç merkeziydi. Ve devletin tüm davranışlarına nüfuz ederek etkili oluyordu. Ancak, şeriat tarihsel varlığı ile değil, dini varlığı ile anlaşılmalıdır.

Siyasal olgu olmaktan çok dini olgu olarak ona baktığımızda, sorunsuzca, laik sistemin içinde meşruiyet kazandığını ve yaşadığını hep birlikte görmekteyiz.

Sol kesim, laiklik denilince, biraz da materyalizmin ön kabulüyle, dini tamamıyla siyasal sistemin dışına çıkarıyor. Din görünce laiklik elden gitti sanıyor. Hâlbuki deneysel olarak gitmediğini görmekteyiz.

İslamcı marjinal kesim de, padişahlık yönetiminin cumhuriyette tekrarını özlüyor. Toplumsal sistem içinde özgür ve laik bir dini yaşam istemiyor. Talibancı bir yaklaşım içinde.

Bu arada her iki kesime de toplumsal sistemle siyasal sistemi birbirine karıştırmamalarını hatırlatmak lazım. Laik toplumsal sistemde din yaşar; ancak laik siyasal sistemde din, devletin (siyasal sistemin) üzerinde tahakküm oluşturamaz. Toplum, ister inansın isterse inanmasın, özgürdür. Seçimini kendi yapar. Dini seçmişse, seçtiği dinin kurallarına uyma sorumluluğu yine kendisinindir. Bu sorumluluğu herkese yükleyemez. Çünkü başkaları inanmıyor olabileceği gibi başka bir dine ya da inanca sahip olabilir. İslami mantıkla söylersek, herkes kendi amelinden sorumludur. Devletin sorumluluğu inançlara alan açmak ve güvence vermektir. Sonuç olarak siyasal sistem laiktir lakin toplumsal sistem, dine ve diğer tüm inançlara açıktır.

Yazarın Diğer Yazıları