Türkiye’de Yargı ve Adalet: Siyasetin Gölgesinde Bir Sistemin Analizi
12 Eylül 2010 referandumundan bu yana en çok tartıştığımız konu hukuk.
Önce yargının siyasallaşmasını tartışıp, referandumu yaptık. Bu referandum sonucunda Anayasa Mahkemesi ve HSYK yapısını değiştirdik. Bu değişlik ile yargıda önce FETÖ ağırlığı(!) sonra da bu ağırlığın(!) tasfiyesini izledik.
Ülkemizde adaleti sağlamak için yargıyı düzenledikçe “yargının adaleti” siyasetçinin gücünü koruma önceliğinde işliyor, yürüyor!
Normlar hiyerarşisi (hukuk düzeni piramidi) yargının işleyişinin temel unsurudur. Bu piramidin hiçbir basamağında siyaset/siyasetçi yoktur.
Ülkemizde her yargı kararından sonra, ülkemiz hukuk fakültesi “hababam sınıfına” dönüyor!
Ülke gündemi her yargı kararını tartışmaktan, kendi gündemine bir türlü ulaşamıyor. Yargı kararlarının yanında ve karşısında olmak gibi bir alan oluştu; yanında olanlar vatansever, karşısında duranlar terör sevicisi! Oysa yargı bağımsız olmalıdır…
Yargı kararlarının bu kadar tartışılması sonucunda, yargının kendi tüzel kimliğini temsil için yaptığı seçimler de kamuoyu gündeminde ilk sıralarda tartışılmaya, seçilen yargıçların siyasi biyografileri ve duruşları ön plana çıkarılarak tanıtılmaya başlandı.
Yargıçların kimlikleri ile ön plana çıktığı iklimde doğal olarak suçlar değil, suçluların kimliği de ön plana çıkarılıyor! Biz suçları değil, suçluları konuşmaktan öteye geçemiyoruz. Kimlikler üzerinden inşa edilen hukuk, gerçeklerden kopmaya, toplumda güven kaybına yol açmaya başladı.
Suçların yargılanıp, suçluların toplumdan izole edilerek “ıslah” edilmesini amaçlayan ceza hukuku yargılamaları, siyasetin gölgesinde rakiplerini sindirme, cezalandırma ve güç alanına dönüştü.
Türk toplumunun terör konusunda ödediği bedeller çok ağırdır. Türk milleti bu bedelleri öderken intikam almak yerine, bireysel hiçbir kalkışma teşebbüsünde bulunmamış, devletine ve hukuka sarılmıştır. Devleti yönetenlerin, canlarını, çocuklarını, bir bedel olarak ödemekten çekinmeyen bu millete borcu “adalettir.”
“Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” haykırışları artık sıklıkla dile getirilmeye başlandı…
Bugün yargı kararlarının tartışılmasının birinci nedeni, Cumhur İttifakı’nı oluşturan siyasetçilerin yargının verdiği kararları tartmasıdır.
Anayasanın 38. maddesine göre kesinleşmemiş yargı kararı olmadan, ilk derece mahkemelerince verilen cezalar şüpheliyi suçlu hâle getirmez. Ancak ilk derece mahkemelerince verilen kararlar istinaf ve Yargıtay denetiminden sonra hüküm kesinleşir.
Bu gerçeğe rağmen ilk derece mahkemelerinin verdiği cezalar Cumhur İttifakı’nca onaylanıp, kamuoyunda hüküm tesis edilmesi karşısında; yargı ve adalet ilişkisi örselenmektedir.
Gözümüzün önünde işlenen cinayetler, siyasi sonuçlar üretmesi veya üretmemesi gibi bir tartışmaya konu oluyor! Suç ve suçluların aleni olarak ortada olduğu bir cinayetin soruşturmasından kimse kuşku duymamalıdır. Oysa kamuoyuna yansıyan Sinan Ateş cinayeti gibi olaylarda toplum adaletin yerine getirileceğinden kuşku duymaktadır.
Olaya karışan şüpheliler delil karartma ihtimali söz konusu olduğunda tutuklanarak yargı süreci işlediğine göre, gözümüzün önünde delilleri karartanların olay failleri ile beraber hareket ettiği gerçeğini kimse saklayamaz.
Sadece şişen egoları ile her şeyi kontrol ettiğini sanan yeni tip siyasetçilerin, istediklerini yapabileceklerini düşündüren egoları artık toplumu, toplum değerlerini çürütmektedir. "Gerçekler" hiçbir güçlünün egosuna feda edilemez!
Kamu düzenini sağlama ve denetleme gibi temel görevleri olan seçilmiş siyasetçilerin kendi güç gösterisi hâline getirdiği ülke yönetimi, savrulmaktadır… Bu savrulma artık “ülkede bireysel hak ve özgürlükleri tehdit etmenin ötesine geçmeye mi başladı?” kuşkusu ve korkusunu sokaklarda görmek, hissetmek mümkün.
Ülkemizi ilgilendiren başlıca yargılamaların kararlarına bu açıdan baktığımızda, gördüklerimiz aklımızı ve vicdanımızı alt üst ediyor!
Her kesim kendi derdinde yaşadıkları adaletsizliği anlatırken, diğer tarafın kayrıldığı duygusuna kapılıyor. Cezaların maksadı toplumu suç ve suçludan korumak içindir.
Toplum cezalardan korku duymuyor, kendini bu cezaların bir parçası gibi hissetmiyor ise, cezadaki amaç gerçekleşmiş demektir. Aksi durumda hukuk güçlünün bir sopası gibi olmuş demektir.
Sonuç olarak ülkemizde yargının ve karalarının bu kadar tartışılmasının temel sebebi; yargı üzerinde siyasetçinin şişmiş egoları ile gölge etmesindendir!
Muhsin Yazıcıoğlu ve beş arkadaşının katilleri ile ilgili hiçbir dava açılmamış, Sinan Ateş cinayeti ile ilgili azmettiren ve organize edenlerin yakasına devlet yapışmamış, hatta örtbas edilmesini seyrettiriyorken, adaletin işlediğini(!) düşünmek kalbimize sancı veriyor…
Suçun değil, düşüncelerin hedef alındığını düşündürecek kadar toplumda kuşku yaratıldı. Cezalar bunun için çok tartışılır oluyor…
Nietzsche ne diyor: “Bir düşmanla savaşarak yaşayan kişinin, düşmanını hayatta bırakmasında yararı vardır.”
Siz düşmanınızla savaşarak beslenirken, Türk Milleti “Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” haykırışları ile adalete ne kadar susadığını göstermektedir.