Yalan Haber. Medyanın kanlı tarihi

Yalan Haber. Medyanın kanlı tarihi

Yalan haberlerin geçmişte yarattığı korkunç sonuçları gördük ve şu an olduğu gibi gelecekte de en büyük zorluğumuz, yükselen dalgayla mücadele etmenin yeni bir yolunu bulmak olacak gibi duruyor. Aksi takdirde “Taraf” olan gazetelerin “Zaman” içinde, çok yakın bir tarihte tecrübe ettiğimiz gibi masum insanların hayatıyla oynamasının önünde hiçbir engel bulunmayacak.

Tarihte bilinen ilk sansasyon yaratan sahte haber, bir Fransisken vaizine aitti. Haber İtalya'nın Trent kentini 1475 yılının Paskalya Pazar’ında vurdu. Simonino adında 2,5 yaşındaki bir çocuk kaybolmuştu ve Fransisken vaiz Bernardino da Feltre, Yahudi cemaatinden birinin bir Hıristiyan çocuğunu Hamursuz/Pesah Bayramı'nı kutlamak için kanını emip içtiği” iddiasında bulunca söylentiler hızla yayıldı. Çok geçmeden da Feltre, çocuğun cesedinin bir Yahudi evinin bodrumunda bulunduğunu iddia etmeye başladı. Buna yanıt olarak Trent Prensi’nin Baş Piskoposu IV. Johannes Hinderbach, derhal şehirdeki tüm Yahudi cemaatinin tutuklanmasını ve işkence görmesini emretti. Yakalananların on beşi çıkartıldıkları mahkemece suçlu bulunarak kazıkta yakıldı. Hikaye çevredeki topluluklara benzer zulümler yapma konusunda ilham verdi.

Yahudilerin birbirini öldürdüğü haberinin yanlış bir hikaye olduğunu fark eden Papalık olaylara müdahale ederek hem hikayeyi hem de cinayetleri durdurmaya çalıştı. Ancak Hinderbach, papalık elçisiyle görüşmeyi reddetti ve kendini tehdit altında hissederek, Yahudilerin Hıristiyan çocukların kanını içtiğine dair daha fazla sahte haber yaydı. Sonuçta, bu Yahudi karşıtı "kan iftirası" hikayelerini destekleyen popüler coşku Papalığın, Simonino'yu Saint Simon olarak aziz ilan eden ve ona yüzlerce mucize atfeden Hinderbach'a müdahale etmesini imkansız hale getirdi. Bugün tarihçiler, antisemitizmin temellerinin bir parçası olarak 12. yüzyıldan bu yana var olan, çocuk öldüren, kan içen Yahudilere dair sahte hikayeleri listelemiş bulunuyorlar. Ancak günümüzde dahi Yahudi karşıtı bir web sitesi yukarıda aktarılan hikayenin doğru olduğunu ve Simon'un hala şehit bir aziz olduğunu iddia ediyor.

Sahte haberler sosyal medya platformlarıyla birlikte eskisinden çok daha hızla ve geniş çapta yayılmaya başladı. Bunlardan bazıları ne yazık ki şiddet olaylarıyla neticelendi. Açıkça söylemek gerekirse atı alan Üsküdar’ı geçti…

Ancak medyanın sahte haberler ve bununla nasıl başa çıkılacağına dair bunca uğraşısının ortasında, bir gerçek kaybolmuş gibi görünüyor: Yalan haber yeni bir olgu değil. Haberin 500 yıl önce matbaanın icadıyla bir kavram haline gelmesinden bu yana ortalıkta binlerce hatta milyonlarca sahte haber arzıendam ediyor. Başından beri sahte haberler sansasyonel ve aşırı olma eğilimindeydi. Çünkü onlar insanların tutku ve önyargılarını alevlendirmek için tasarlanmıştı. Ve çoğu zaman ne yazık ki şiddeti kışkırtma gibi bir işlevde kullanılıyorlar.

Nazi propagandistleri, 15. yüzyılda Hinderbach'a ilham veren Yahudilerin çocukların kanını içme ritüeliyle aynı türden sahte hikayeler üretme konusunda oldukça mahirlerdi. Papa IV. Sixtus'un da öğrendiği gibi, kökleri popüler önyargılara dayanan vahşi sahte hikayeler, genellikle sorumlu yetkililerin başa çıkamayacağı kadar güce sahip olabiliyorlardı. Dünyada güvenilir haber kuruluşlarının giderek azaldığı, tabiricaizse sahte haberlerin köpeksiz köy bulup değneksiz dolaştığı şu günlerde sahte haberlerin önüne nasıl geçilecek?

Yalan haberler, Johannes Gutenberg'in 1439'da matbaayı icat etmesinden sonra haberlerin geniş çapta yayılmaya başladığı dönemde ortaya çıktı. O dönemde haberlerin teyit edilmesi zor hatta ihtimal dışıydı. Siyasi ve dini otoritelerin resmi yayınlarından denizciler ve tüccarların görgü tanıklarının ifadelerine kadar pek çok haber kaynağı vardı, ancak gazetecilik etiği veya nesnellik kavramı henüz icat olunmamıştı. Dolayısıyla gerçeği arayan bilinçli okuyucuların çok dikkatli olması gerekiyordu. 16. yüzyılda gerçek haber isteyenler, sızdırılan gizli hükümet raporlarının, relazioni olarak bilinen Venedik hükümeti yazışmaları gibi güvenilir kaynaklar olduğuna inanıyorlardı. Ancak sızdırılan orijinal belgelerin çok geçmeden sahte relazioni sızıntıları tarafından takip edilmesi çok uzun sürmedi.

17. yy. gelindiğinde tarihçiler, kaynaklarını doğrulanabilir dipnotlar halinde yayınlayarak haberlerin doğrulanması konusunda rol oynamaya başladılar. Galileo'nun bulguları üzerine 1610'da yapılan duruşma aynı zamanda bilimsel olarak doğrulanabilir haberlere yönelik bir istek yarattı ve etkili bilimsel haber kaynaklarının yaratılmasında etkin bir rol oynadı.

Matbaacılık yaygınlaştıkça, deniz canavarları ve cadılarla ilgili muhteşem hikayelerden, doğal felaketlerden günahkarların sorumlu olduğu iddialarına kadar sahte haberler de artmaya başladı.

1755 Lizbon Depremi, tüm zamanların en karmaşık haberlerinden biriydi; kilise ve Avrupalı diğer ​​otoriteler, doğal felaketi “günahkarlara karşı ilahi bir ceza” olarak tanımladılar.

Portekiz'de, hayatta kalanlardan bazılarının hayatlarını Meryem Ana'nın bir hayaletine borçlu olduğunu iddia eden bir tür sahte haber broşürü (relações de sucessos) ortaya çıktı. Depremin dinden ilham alan bu açıklamaları, ünlü aydınlanma filozofu Voltaire'i doğa olaylarının dini açıklamalarına saldırmaya teşvik etti ve aynı zamanda Voltaire'i sahte dini haberlere karşı bir aktivist haline getirdi.

1761'de Toulouse'da saygın bir Protestan tüccarın 22 yaşındaki oğlu Marc-Antoine Calas intihar ettiğinde, Katolik aktivistler Calas'ın babası Jean'in onu din değiştirmek istediği için öldürdüğü haberini yaydılar. Yerel adli makamlar, açıklamayı doğrulamak için yasal tanıkların çağrılmasını isteyen tabelalar astı, söylentileri başarılı bir şekilde resmi gerçeklere ve dolayısıyla resmi haberlere dönüştürdü ve böylece sahte haberlere karşı ilk zafer kazanılmış oldu.

Jean Calas, söylentiye dayalı ifade nedeniyle mahkum edildi ve idam edilmeden önce herkesin önünde, korkunç bir işkenceye maruz kaldı. Bu vahşet karşısında dehşete düşen Voltaire, genç Calas'ın din değiştirmenin anlamını tam olarak anlayacağı ve barışçıl babasının bu yüzden onu asacağı saçmalığını inceleyen kendi karşı saldırılarını kaleme aldı. Calas'ın hikayesi sonunda bu tür sahte yasal hikayelere, işkenceye ve hatta infazlara karşı öfkeye yol açtı. Aydınlanmanın kendisi için bir mihenk taşı haline geldi.

Ancak bilimsel devrim ve aydınlanma bile sahte haber akışını durdurmakta aciz kaldı. Örneğin, Fransız Devrimi'nden önceki yıllarda, Paris'te, iflasa yakın hükümetin olağanüstü bütçe açığının ayrıntılarını ilk kez açığa çıkaran bir dizi broşür ortaya çıktı. Her biri ayrı bir siyasi kamptan geliyordu. Kaynak farklılığı bir kenara her biri bir diğeriyle çelişiyor ve bütçe açığının sorumlusu olarak farklı maliye bakanlarını işaret ediyordu. Sonunda, hükümetten yapılan sızıntılar ve giderek daha fazla doğrulanabilir hesaplar aracılığıyla, okuyucuların devlet maliyesi hakkında genel bir fikir edinmesine yetecek kadar bilgi, kamuoyuyla paylaşıldı. Fakat bugün olduğu gibi okuyucuların gerçeği anlamak için hem şüpheci hem de yetenekli olmaları gerekiyordu.

Ben Franklin, devrimci coşkuyu kamçılamak adına Britanya Kralı III. George ile işbirliği içinde çalışan Kızılderililer hakkında bizzat propaganda hikayeleri uydurdu. Diğer devrimci liderler, Kral George'un Amerikan yurtseverlerini katletmek ve insanların devrimci davaya katılmasını ve desteklenmesini sağlamak için Bağımsızlık Savaşı'nın gidişatını değiştirmek için binlerce yabancı asker gönderdiğine dair sahte propaganda hikayeleri yayınladılar.

1800'lü yıllara gelindiğinde sahte haberler yeniden hortladı ve ırk sorunları etrafında kümelendi. Yahudilerin kan iftirasında olduğu gibi, Amerikalıların ırkçı duyguları ve korkuları da sahte hikayeler üretmede güçlüydü. Savaş öncesi Amerika'daki sahte haberlerin kalıcı bir "kulübe endüstrisi", Afrikalı Amerikalıların kendiliğinden beyaza dönüştüğü hikayeleriydi. Diğer durumlarda, köle ayaklanmaları veya kölelerin işlediği suçlarla ilgili sahte haberler, Afrikalı Amerikalılara karşı korkunç şiddetlere yol açtı.

19. yüzyılın başlarına gelindiğinde modern gazeteler sahneye çıktı. Haber ve ifşaların yanı sıra tirajı artırmak için sahte hikayelerde de patlama yaşandı. New York Sun'ın 1835 tarihli "Büyük Ay Sahtekarlığı", ayda uzaylı bir uygarlığın olduğunu iddia eden ilginç bir yalan haber olarak tarihteki yerini aldı. Gazete bu yalan haber sayesinde karlı bir gazete haline geldi ve sahipleri paraya para demedi.

1844'te Philadelphia'daki Katolik karşıtı gazeteler, İrlandalıların devlet okullarından İncil çaldıklarını, bunun da şiddetli isyanlara ve Katolik kiliselerine saldırılara yol açtığını iddia eden haberler çıkartmaya başladılar. 19.yy.’ın son çeyreği sahte röportajlar, sahte uzman görüşleri ve düzmece hikayeler kullanarak sempati ve öfkeyi dilediği gibi ateşleyen sarı gazeteciliği geliştirdi.

Joseph Pulitzer'in New York World adlı gazetesi tirajlarını arttırmak adına abartılı suç dramaları yayınladı ve bu suretle amacına da oluştı. 1890'larda William Randolph Hearst ve Morning Journal gibi plütokratlar, İspanyol-Amerikan Savaşı'nı alevlendirmek için abartıyı bir silah olarak kullanmaktan çekinmediler. Hearst'ün Havana'daki muhabiri savaş olmayacağını telgrafla bildirdiğinde, Orson Welles'in Yurttaş Kane'inin ilham kaynağı olan Hearst şu meşhur yanıtı verdi: "Sen resimleri döşe, ben de savaşı döşeyeceğim." Hearst, Kübalı yetkililerin Amerikalı kadınları soyarak aramasını gösteren sahte çizimleri yayınladı ve tiraj savaşını kazandı.

Sahte haberlerin bu uzun ve endişe verici tarihinde sarı gazetecilik ve sonuçları -sivil şiddetten savaşa- bir tepkiye neden oldu ve halkı daha objektif haber arayışına yöneltti. Yüzyılın başında Amerika'da nispeten objektif gazeteciliğin bir endüstri olarak yükselişini ateşleyen de bu gelişen pazardı. Amerikan gazeteleri ilk kez yerel müzikleri ve devlet binalarını haber yapmak için muhabir kiraladı ve yerel, eyalet ve ulusal muhabirler ile halk arasında bir güven zinciri oluşturdu.

Partizan habercilik ve sansasyonellik hiçbir zaman kaybolmasa da objektif gazetecilik başarılı bir iş modeli haline geldi ve aynı zamanda yakın zamana kadar baskın olan model olarak da kabul gördü. 1896'da Adolph Ochs, güvenilir ticari bilgiler ve genel haberler sağlayarak zengin yatırımcı sınıfına faydalı olacak "gerçeklere" dayalı bir gazete çıkarmak amacıyla New York Times'ı satın aldı. Ochs, gazetenin "tahvil sahiplerinin" sözcüsü olmakla suçlanmasına rağmen, haberlerin karlı olması için sansasyonel olması gerekmediğini savunarak gazetecilik tarihinde çok önemli bir girişim örneğine imza attı.

Elbette objektif gazeteciliğinin de aksaklıkları vardı. İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle Nazi, SSCB ve ABD adeta propaganda makinelerine dönüşmüştü. 1950'lerde Joseph McCarthy, muhabirleri "Pavlov'un köpekleri gibi manipüle" etmekle suçlanıyordu, ancak o döneme ait bir New Yorker makalesi, muhabirlerin "okuyuculara hangi 'gerçeklerin' gerçekten 'gerçek' olduğunu ve hangilerinin olmadığını söylememeleri" yerine haber yapmaları gerektiği konusunda ısrar ediyordu.

1960'lara gelindiğinde, yeni nesil muhabirler "kurum dışı" hikayeler hakkında haber yapmak için imza attı. Bu muhabirlerin çoğu, nesnellik idealini sorguladı, ancak yine de doğrulanabilir ve saygın kaynaklara dayanan haberciliğin temel yol gösterici ilkesine sadık kaldılar.

Web kaynaklı haberlerin yükselişine kadar çağımızın gazetecilik normlarının ciddi şekilde sorgulanması ve sahte haberlerin yeniden iktidara geçmesi mümkün değildi. Dijital haberlerin sarı gazeteciliği yeniden ön plana çıkardığını iddia etmemiz yanlış olmayacaktır.

Birincisi, haber akışları ve derlemeler oluşturan algoritmaların doğruluk ve nesnelliğe saygısı yoktur. Aynı zamanda dijital haber trendi, geleneksel, nesnel düşünceye sahip, bağımsız basının hem para hem de insan gücüyle ölçülen gücünü de azalttı.

Pew Araştırma Merkezi'nin yayınladığı bir rapor en ciddi haber kuruluşları için bile oldukça kasvetli bir tablo çiziyor. Rapora göre sarı gazetecilik yapanların tiraj ve diğer gelirlerinde patlama yaşanırken, saygınlığı ve doğru haberi korumada ısrarcı olanların reklam gelirlerinde ciddi düşüşler yaşandı. Bunun beklendik bir sonucu olarak son yıllarda dünya çapındaki pek çok medya kuruluşu personel eksiltme uygulamasına geçmiş durumda. İngiltere merkezli Bağımsız Gazeteciler Vakfı’nın 2024 raporuna göre 2004'ten bu yana dünya genelinde saygınlık sahibi olan 100 gazete kapandı. Bunun yanı sıra profesyonel devlet dairesi muhabirlerinin sayısında da %35 olduğu kaydedildi.

Son darbe sadece uluslararası medya şirketlerini vurmadı. Profesyonel yerel muhabirler de ölmekte olan bir tür gibi yaşam mücadelesi veriyor. Temel gazetecilik ilkeleri konusunda eğitim almış bu kişiler yerel olarak tanınıyor ve halkın güvendiği kişiler olarak tanınıyorlar.

Film tutkunlarının gayet iyi bileceği üzere ünlü oyuncu Jimmy Stewart, 1948 yapımı Call Northside 777 gibi filmlerde sıklıkla hakikati bulma konusunda takıntılı gazete muhabirlerini canlandırdı. Ancak bugün, bu popüler rol modelleri ve toplumsal bağlantılar yok oldu ve onlarla birlikte sivil toplum içinde güvenilir bir filtre de yok.

Yalan haberlerin geçmişte yarattığı korkunç sonuçları gördük ve şu an olduğu gibi gelecekte de en büyük zorluğumuz, yükselen dalgayla mücadele etmenin yeni bir yolunu bulmak olacak gibi duruyor. Aksi takdirde “Taraf” olan gazetelerin “Zaman” içinde, çok yakın bir tarihte tecrübe ettiğimiz gibi masum insanların hayatıyla oynamasının önünde hiçbir engel bulunmayacak.

nijwam-swargiary-fpnnkfjcbnu-unsplash.jpg