Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Armağan KULOĞLU

Armağan KULOĞLU

Seçimlerle uğraşırken Kıbrıs gözden kaçıyor

Yeni Cumhurbaşkanı ve müzakereler...

Türkiye seçimlerle meşgul olurken, KKTC'de yeni cumhurbaşkanı seçilmiştir. Akıncı'nın KKTC Cumhurbaşkanı olarak seçilmesi, BM, AB ve Rum kesiminde memnuniyetle karşılanmış, Türkiye ve KKTC karşıtlarını da sevindirmiştir.

Akıncı'nın bilinen politikaları, bu unsurları beklenti içine sokmuş, çözüm olabileceği ve bu çözümün de kendilerinin arzu ettiği şekilde sonuçlanacağı konusunda ümitlendirmiştir. Bu nedenle kendisine tebrik mesajları gönderilmiş ve müzakerelere başlanması için çağrılarda bulunulmuştur.

Seçimden sonra Rum lideri Nikos Anastasiadis, "Karşımızda çözüm istediğini güvenilir bir şekilde söyleyen bir muhatabımız var. Bu Kıbrıs sorununun çözümü için son fırsat" demiştir.

ABD, AB ve BM'nin teşvik, telkin ve örtülü baskılarıyla, kesintiye uğrayan müzakereler, Mayıs 2015'te yeniden başlamıştır.

Akıncı'nın geçmişte, adaletsiz ve gereksiz Annan Planı'nın, KKTC'de kabul edilmesi yönünde çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da, Türkiye'nin etkisini azaltmaya yönelik davranışları, Maraş bölgesini BM gözetiminde eski sahibi sıfatıyla Rumlara devretme söylemi, sorumsuzca yaptığı görüşmeler, karşı tarafın iştahını kabarmıştır.

Yeni müzakere sürecinin, Türkiye'nin iç ve dış siyasette yaşadığı sıkıntılı döneme, uzun bir süredir devam eden seçim atmosferine, terörün arttığı bir ortama gelmesi ve Türkiye'nin içe dönük meşguliyeti, konunun Türkiye'nin ve KKTC'nin aleyhinde gelişmesine sebep olmaktadır.

Müzakerelerdeki tehlikeler

Türkiye; AB'ye üyelikte Rum engellemesinden kurtulacağı, dış politikada elinin rahatlayacağı telkinleriyle, KKTC de; AB statüsüne kavuşacağı, ambargolardan kurtulacağı söylemleriyle heveslendirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye ve KKTC, müzakerelere yeniden başladığı ve Rum kesimiyle ortak bir başlangıç metninde uzlaştığı için boşuna tebrik edilmemektedir. Bunun altında ABD ve AB'nin menfaatleri yatmaktadır.

Ortak metindeki tek egemenlik durumu, bugüne kadar Türkler tarafından sürekli duyarlık gösterilen bir konuyken, bundan vazgeçilmesi anlaşılamamaktadır. Hür ve egemen olmak, Kıbrıs Türkünün hakkıdır. Bundan vazgeçilmemelidir.

Öngörülen Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'nin uluslararası temsil, dış politika, maliye ve tek egemenlik konularındaki yetkisi, merkezi yönetimde olacağından, ortaya çıkacak statü özellikle Türkiye'nin ve ayrıca doğal olarak da KKTC'nin aleyhine bir durum yaratacaktır.

Müzakerelerde iki kurucu devletin eşit statüsü ilkesinde ciddi zafiyetler gösterilmiştir. Ayrıca görüşmelerde, Kıbrıslı Rumların ve Türklerin diledikleri kurucu devlete yerleşebilecekleri ifade edilmiştir. Üstelik kurucu devlet kavramı da sulandırılmıştır. Adada Rumların nüfusu fazla olduğundan, Türklerin çoğunluk olduğu bölgelerde dahi Rum hâkimiyeti oluşabilecektir. Rum dinî liderinin, adaya Türkiye'den gelenlerin geri gitmesi çağrısına sessiz kalınması, durumu daha tehlikeye atmaktadır.

Müzakerelerde, mülkiyet konusunda 1974 öncesine dönülmesine ilişkin görüşmeler yapıldığı öğrenilmiştir. Bunun mümkün olamayacağı hususunda ısrarlı olunmalıdır. Evrensel hukuka göre mülkiyet konusunda nihai karar, söz konusu malın ilk sahibinde değil, son kullanıcısındadır. Üstelik bu malın 40 senedir son kullanıcısına ait olması, bu gerçeği perçinlemektedir.

Müzakereler yeniden kesintiye uğrayabilir. Ancak Rumların, bir sonraki müzakereye, o zamana kadar elde ettiklerini cebe koyarak başlayacağı dikkate alınmalıdır.

Konunun çözümü

Kıbrıs sorununun özünde, Rumların Türkleri Ada'da sindirmek, yollamak ve siyasi varlığını yok etmek amacı yatar.

Çözümden ne anlaşıldığı önemlidir. Çözüm Türkiye Cumhuriyeti ve Kıbrıs Türkünün çıkarlarına olmadığı takdirde bir anlam ifade etmez. Konuyu mutlaka çözeceğim diye bugüne kadar sürdürülen politikalar bir tarafa bırakılamaz ve katlanılan fedakârlıklar görmezden gelinemez.

Kıbrıs, Ada'daki Türkler için, güven içerisinde, hür ve egemen olarak varlıklarını devam ettirebilecekleri bir vatana sahip olunması, Türkiye için de, ulusal güvenliğinin sağlanması, Doğu Akdeniz'deki etki alanının kısıtlanmasına engel olunmaması ve milli menfaatlerinin korunması meselesidir.

Kıbrıs konusu 1974'te çözülmüş, 1983'te bitmiştir. Zaten ırkı, dili, dini, kültürü, sosyal yapısı, tarihi, hatta hiçbir şeyi birbirine benzemeyen toplumlardan müşterek bir devlet olamayacağı aşikârdır. Başkalarının menfaati için zoraki evlilik yaptırılamaz.

Müzakereler göstermelik olmalı, artık KKTC'nin mevcut sınırları içinde bağımsız devlet olarak uluslararası ortamda tanınmasına çalışılmalıdır. KKTC'nin adının, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KTC) olarak anılması da uygun olacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları