"Yüksek İstişare Kurulu"na dair…"

Geçen haftaki gazetelerde "Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu ilk kez Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında toplandı. (…) 2 saat süren toplantıda ana gündem, kurulun çalışma usul ve esaslarını içeren yönetmelik oldu" haberini okuyunca bundan yaklaşık 6 ay önce tecrübe ve birikimlerinden istifade etmek üzere davet edilen CYİK üyelerinin Cumhurbaşkanı ile ilk defa toplantı yaparak -daha henüz- çalışma usul ve esaslarını görüşmüş olmaları karşısında şaşırmadım desem yalan olur. Bu vesile ile söz konusu kurulun oluşturulduğu günlerde yazdığım aşağıdaki -yayınlanmamış- yazımı tarihe not düşme adına dikkatlerinize sunmak istiyorum…

***  

Cumhurbaşkanlığında haddinden fazla "danışman" istihdam edildiği şikâyetleri ortada dururken bir de "Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu" oluşturulması, tartışmaları da beraberinde getirdi. Söz konusu kurulun nasıl çalışacağı, nelerin istişare edileceği, Cumhurbaşkanının görüşü hilafına fikir beyan edilip edilemeyeceği vs. konuşulması gerekirken, maalesef -objektif tartışma ortamı olmadığından- öncelikle kurul üyelerinin alacağı maaş merak edildi. Bülent Arınç'ın meraklılara "edepsizler" çıkışından sonra Mehmet Ali Şahin'in CYİK (Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu) üyeliği karşılığında aylık 15 bin küsur TL aldığını, ancak bu parayı kuruşuna dokunmadan yurt dışında "Doktora" yapan bir öğrenciye aktardığını açıklaması (Diğer kurul üyelerinden de bu mealde açıklamalar geldi) kurul üyelerinin en azından 15 bin liranın üzerinde bir maaş aldıklarının itirafı oldu…

"Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu (CYİK) üyeleri, bu maaşı hak ediyorlar mı?" sorusuna geçmeden, Mehmet Ali Şahin'in kurul üyeliği dolayısıyla aldığı maaşı bir öğrenciye verdiğini söylemesi bana, Nurettin Topçu'nun bu konuda örnek bir davranışını hatırlattı ki -Emin Işık'ın kaleminden- önce onu aktarmak istiyorum:

"Nurettin Topçu, İstanbul Erkek Lisesi'nin öğretmeniydi. İmam-Hatip Okulu'na da fazladan derse geliyordu. Fazladan geldiği dersler için ücret alması gerekiyordu. Maaş memuru ücret bordrolarını hazırlamış ve Nurettin Bey'e ücretlerin hazır olduğunu hatırlatmıştı. Fakat Nurettin Bey oralı olmamıştı. Maaş memuru durumu okul müdürüne bildirmiş. O zaman İstanbul İmam-Hatip Okulu müdürü olan rahmetli Mahir İz Bey de hocayı çağırıp niçin bordroları imzalamadığını sormuş. Hoca 'Burası din mektebi, ben buraya ibadet için geliyorum, ibadetten para alınır mı?' demiş. Müdür 'Ne yapıyorsun Nurettin Bey, sen devletten zengin misin? İhtiyacın yoksa sen alma, okulda bu kadar fakir talebe var. Sen bordroyu imzala, ben o parayı alır, fakir çocuklara dağıtırım' demiş. Hoca da 'Ben o imzayı attıktan sonra parayı kabul etmiş olurum. O zaman almışım veya dağıtmışım fark etmez' deyince Mahir Bey 'Pes doğrusu' deyip bu hareketin sebebini sormuş. Hoca da 'Din görevi hasbî olmalıdır. Buradan yetişenler din adamı olacaklar. Ben hasbî olmalıyım ki onlar da hasbî olsunlar' karşılığını vermiş."

Nurettin Topçu'nun bu örnek davranışından da anlaşılacağı üzere, insanlar bazen hasbî davranmasını bilmelidir. Bu fakir millet CYİK üyelerini, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Başbakanlık gibi devletin en büyük makamlarından emekli ederek onlara en yüksek emekli maaşı ödemektedir. Hâl bu iken, devlet onların fikir ve tecrübelerine ihtiyaç duymuşsa -duyup duymadığı ayrı bir tartışma konusu- bu fikir ve tecrübeleri paraya çevirmek doğru mudur? "Ben aldığım bu maaşları hayır kurumlarına veriyorum" demek vicdanın sesini susturmaya çalışmaktan başka ne işe yarar? O paraların altına imza attıktan sonra kendin harcamışsın yahut dağıtmışsın ne fark eder? Asgarî ücretle (2 bin iki yüz TL) iş bulabilse kırk defa takla atacak milyonlarca işsizin bulunduğu bir ülkede yalnız "istişare" karşılığı 15 bin TL maaş almak hakkaniyete uyar mı?

Nurettin Topçu'nun o günkü imkânlarından CYİK üyelerinin bugünkü imkânları kat kat fazla olmasına rağmen içlerinden birisi bari çıkıp "Ben o parayı aldıktan sonra öğrenci okutsam ne yazar, okutmasam ne yazar" diyerek Nurettin Topçu kadar duyarlılık gösteremedi ya, yanarım da ona yanarım.

Sözün özü; gücü eline geçirenler gönül almak yahut siyasî ikballerini sağlamlaştırmak için devlet imkânlarını çarçur etmeye kalkarlarsa sonları iyi olmaz. Unutmayalım ki tarih, halkın ödediği vergilerle oluşan devlet bütçesini har vurup harman savuranların iflâh olmadığını gösteren ibret-âmiz sahnelerle doludur.

***

ACZİMİN GİRYESİ: HARUN VE KARUN

Tarih, Harun'u da yazdı, Karun'u da, görene,

İbret almak için gören gözler gerek, köre ne.

(Li-müellifihî)

 

Yazarın Diğer Yazıları