Özgürlük kazanacaktır

Afrika, Batılılar tarafından işgal edilmeden önce yerli halkların dilinde ''Özgürlük'' sözcüğü yoktu. Çünkü herkes özgürdü ve aksi yaşanmadığı için bu söze de ihtiyaç yoktu. 

Afrika'nın sömürgeleştirilmesi, 1444 yılında köle ticareti ile başlamış ve 19. Yüzyıla kadar sürmüştür. Atlantik köle ticareti veya Trans-Atlantik köle ticareti adıyla tarihe geçmiştir.

O zaman Afrikalı köleler Avrupalılar tarafından baskın yoluyla ve kaçırılarak  esir ediliyordu. Ayrıca Afrikalı köle satıcılarından alınıyordu. Batı ve Orta Afrika'dan gemilerle Amerika'ya taşınıyordu.

19. Yüzyıl sonrasında, Avrupa'nın emperyal güçleri Afrika kıtası üzerinde büyük bir yarış içerisinde koloniler kurmak için mücadele ettiler. Bu süreçte Afrika'da sadece az sayıda bağımsız devlet kalmıştı. Sudan bu dönemde resmi olarak hiç kolonileşmedi. 1909 yılında Afrika kıtasının büyük kısmı tamamıyla sömürü kontrol bölgeleri idi.

Sonuçta, özgürlük en fazla Afrikalılar için anlam ifade edecekti.

Çok ilginçtir ki yüzlerce kölesi olan ABD'nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson aynı zamanda Amerikan Bağımsızlık Bildirgesini yazdı. Kölelerine özgürlük verdi ve özgürlük için en veciz sözü söyledi: ''Bize can veren Allah, özgürlüğümüzü de verdi.''... Bu söz aynı zamanda özgürlüğün kaynağını da açıklıyor.

İnsanlık tarihine dikkatli bakarsak, demokrasi konusunda çelişkili sonuçlar çıkarabiliriz... İnsanlığın doğasında demokrasi ve özgürlük mü var, yoksa bir kişiye, bir simgeye veya bir inanca biat etmek mi var?

Eğer insanın doğasında demokrasi ve özgürlük yoksa neden insanlık tarihi demokrasi mücadelesi vermiş ve bedel ödemiştir. Ve bin yıllar süren bir demokrasi mücadelesinden sonra neden ve nasıl oluyor da, Hitler, Mussolini, Saddam, Chavez ve bugün de Orta Doğu'da hakim diktatörler ortaya çıkabiliyor? 

Biat kültürü; sonradan dinlerin ve din tacirlerinin insanları sömürmek ve kullanmak için, devlete ve yönetime hakim olmak için, dünya nimetlerine daha çok sahip olabilmek için, önce Orta Çağ bitinceye kadar Hıristiyanlığın, sonra ve hatta şimdi Siyasi İslam'ın yarattığı ve empoze ettiği, insanın insanı sömürmesi için bir düzenek, bir tuzaktır.

Dini bir tuzak olarak kullananlar, insanların manevi duygularını istismar ederek, siyasette popülizm yaparak sonuca gidiyorlar. Zira dini inanç insanlığın var oluşundan beri vardır. Tek tanrılı dinlerden önce de insanlar her zaman bir inanca, bir simgeye bağlı olmak ihtiyacını duymuştur. Bunun içindir ki, dürüst olmayanlar siyasi arenada bu değerleri kullanarak, din istismarı yaparak, popülizm yaparak, insanların idrakini kilitlemiştir.

Hitler de millî değerleri olduğundan fazla öne çıkararak, popülizm yapmış ve Alman halkının idrakini kilitlemiştir. Daha önemli sorun, bu değerleri kötüye kullanarak bir defa seçilmiş olanların, toplumda fazla karşıt yarattıkları için, geri adım atmaları da mümkün olmayacaktır. Bu sonuç tüm dünyada özet olarak ''Diktatörler seçim kaybetmez'' şeklinde yorumlanmıştır.

Diktatörler her seçimde giderek daha fazla popülizm ile ve devletin imkanlarını da sonuna kadar kullanarak bu düzeni kurup, devam ettirebiliyorlar. Kaybedeceklerini anlarlarsa, tüm devlet imkanlarını ve bürokratlarını kullanarak seçim hilesi yapıyorlar. Buradaki çıkmaz, diktatörlerin her seçimde öncekinden daha fazla popülizm yapma ihtiyacıdır.

Tarihe dönersek; insanlığın her alanda istismarı karşısında, insanlar da tarih boyunca insan hakları ve demokratik özgürlükler için mücadele vermiş tüm ülkelerde bu haklar halkın mücadelesi ile elde edilmiş, bu nedenle ağır bedeller ödenmiştir.

Nihayet, insanlığın özgürlük mücadelesi, 10 Aralık 1948'de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile daha çok anlam kazanmıştır. Bu bildirgenin birinci maddesi, ''Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır. Birbirine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.'' şeklindedir.

---

NOT: Üç günlük tatil yapacağımdan Cuma günü görüşmek üzere.

Yazarın Diğer Yazıları