Merkez Bankası başkanı; “Gıda ve kira artışlarının enflasyonu artırdığını” söylüyor.
Kirada 2 yıl yüzde 25 sınırı getirildi, ama enflasyonda o yıllarda en yüksek seviyedeydi. Dahası ekonomi yönetiminin TÜFE şu, bu nedenle arttı şeklinde şikayet etmesi yanlıştır. Sebebi ne olursa olsun sonuç önemlidir. başarı veya başarısızlık MB’nın da içinde bulunduğu ekonomi yönetimine aittir.
Yine MB başkanı, İhracatın belirleyicisi dış taleptir dedi. Aslında dış talep te bir etkendir, ancak dış talebin yüksek olduğu yıllarda da dış ticaret açığı verdik. O kadar ki, 2003 yılı başından 2025 yılı Kasımına kadar geçen sürede toplam dış ticaret açığımız 1,2 trilyon dolardır. Türkiye birikim olan bir ülke olduğu için dayanıyor. Başka islam ülkesi olsaydı, ekonomik kriz daha derin olurdu.
Aslında Dış ticarette kaybetmemizin üç temel nedeni var;
Birincisi; Türkiye’nin dış ticaret politikası yoktur. Olsaydı her sene Çin’e 40 milyar dolar dış ticaret açığı vermezdik.
İkincisi; ihracatta yüksek teknoloji ürünlerinin payı çok düşük, yüze 3,5 dolayındadır.
Üçüncüsü; 20 yıldır üretim ithalata bağımlıdır. Üstelik ithal girdi payı giderek artıyor.
Ekonomist Milton Friedman, “enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur” dediğinde, enflasyon ile ekonomideki para arzı arasındaki ilişkiyi vurguluyordu. Ama çok yanlış olmasına rağmen bu çizgide, dünyada ve Türkiye’de son 50 yıldır İstikrar politikalar olarak enflasyon hedeflemesi ve sıkı para politikasına takılı kaldı.
Şimdi Dünyada Monetarist politikalar miladını doldurdu. Konjonktür değişti. Zaten Keynesgil politikalarda 40 yıl sürmüştü.
Türkiye hala aynı politikalarda direniyor. Bu politikalar siyasi islamın ekonomi ve faiz anlayışı ile birleştiği için sürekli ekonomik kriz yaşıyoruz.
Ekonomimiz sıcak para tuzağına düştü, dünyanın en kırılgan ekonomisi olduk.
Dahası son iki yıldır dezenflasyonist politikaları, faiz ve para politikası ile mali disipline odaklandı. Ne var ki enflasyon kronikleşti. Sonraki yıllar yüzde 20 üstünde kalacaktır.
Maliye politikasında, bütçe harcamaları etkin değildir. Tamamıyla popülist odaklıdır. Bunun içindir ki bütçe açıkları devam ediyor.
Ekonomide iş dinamikleri çalışmıyor. Piyasa spekülasyon ağırlıklıdır.
Yüksek enflasyon - negatif/oynak reel faiz - kur şokları tasarrufu üretim yerine kur, gayrimenkul, kısa vadeli finansal enstrümanlara yönlendirdi. Yabancı portföy payının dalgalı ve kırılgan olması, sıcak paranın siyasi şoklarda hızla çıkması bu “spekülasyon ağırlıklı yapı” oluşturdu.
Öte yandan planlama yapılmadığı için, istikrar programı olmadığı için, İktidarın istikrar denkleminde, tasarruf - yatırım yok, yalnızca toplam talep ve tüketim var.
Türkiye planlamayı kaldırınca aynı zamanda Tasarruf-yatırım -tüketim denklemini de kaldırmış oldu. Uzun yıllardır büyümenin kompozisyonu ağırlıkla hanehalkı tüketimi ve inşaata dayalıdır. Tasarruf oranı düşük, kronik cari açık ve dış borçlanma üzerinden büyüme modeli sürdürülemez bir modeldir.
Cumhuriyet döneminde ilk defa ekonomik altyapı da bozuldu. Demokrasi ve Hukuk’da düşüş ve mülkiyet güvencesinin tartışılması nedeniyle güven yoktur. Yatırım yapılmıyor.
Merak ediyorum, ekonomi yönetimi bu gerçekleri neden görmüyor?
Hükümeytler algı yaratmak için harcadıkları eforu, plan ve program yapmak, yapısal sorunları çözmek için harcasalar hem istikar gelir, hem de maliyetri daha düşük olmaz mı?