12 Eylül mü, 27 Mayıs mı...

En ciddi sorunlarımızdan biri liderlerin siyasi tarihi bilmemesi veya kendilerine has renkli gözlüklerle okuması. Haliyle geçmişte yaşananlar tekrarlandığında hangi sonuçlar doğuracağını da kestiremiyorlar. Tabii ki liderlerin tam bir aydın olması beklenemez fakat yanındaki danışmanların mesleğinin hakkını verip uyarmaları gerekiyor.

atv'deki bir röportajda, Mehmet Barlas 6-7 Eylül olaylarından bahsedince Recep Tayyip Erdoğan araya girer ve "o dönemin iktidarında kimler vardı?" diye sorar. Barlas geçiştirmeye çalışınca Erdoğan, "çok önemli, çok önemli" diyerek ısrar eder. Barlas'ın "Demokrat Parti vardı" cevabından sonra Erdoğan'ın yüzü görülmeye değerdir. Televizyon dilinde "mavi ekran verme" denen durum yaşanır!

Halen AKP yönetiminde bulunan birçok siyasetçinin, hitabet ustası Erdoğan'ın entelektüel birikimini yetersiz bulduğunu, ancak bunu yüzüne söyleyebilecek, uyarabilecek durumda olmadıklarını görüyoruz. Sonuçta üç beş koltuk sevdalısı siyasetçi ve danışmanın korkaklığının faturasının tüm ülkeye kesilme ihtimali yükseliyor! Çünkü konuşmalarında referans aldığı Demokrat Parti'nin hatalarından hiç ders alınmadığı ortada.

Rahmet Adnan Menderes tek başına iktidarının üçüncü dönemine girdiğinde oyları düşmüştü. Özellikle 6-7 Eylül olaylarının ardından toplumda demokrasi yolundaki beklentiler kırılmaya başlamıştı. Özetle temel hataları şunlardı:

- Demokratikleşme ve kalkınma hamlelerini bırakmış, geçmiş CHP yanlışlarından (devr-i sabık) hesap sormaya yönelmişti.

- Milli İrade benzeri Vatan Cephesi adıyla sivil cepheleşmelere ağırlık vermiş, toplumu kutuplaştırmıştı. 

- Genelkurmay'ın bağlı olduğu Milli Savunma Bakanlığı'na bir emekli albay atamıştı. Oysa 1950'de tüm orgeneralleri emekliye sevk ettiği için askerin morali zaten dipteydi.

- Tarihçi Cemal Kutay'ın ifadesiyle DP'yi iktidara taşıyan Nurculara yönelik baskılar uygulamaya başlamış, en önemli destekçilerine karşı bugün bile nedeni tam anlaşılamayan davalar açılmış, liderleri sürgün edilmişti.

- Dış borçlar tavan yapmış ve açığı kapatmak için yeni borç bulamaz durumdayken Irak ve Suriye'ye askeri müdahale düzenlemeye kalkışmıştı. "Komünizmin, SSCB'nin Orta Doğu'da yayılmasını önleyelim" gerekçesiyle planlanan operasyonlara Batılı müttefikler onay vermediği için gerçekleşmemişti. O zaman da Türkiye'nin, 3. Dünya Savaşı çıkarabilecek kadar tehlikeli, kraldan fazla kralcı dış politikası, Batı'da bile soğuk karşılanmıştı.

Sonunda merhum Menderes, hem içeride halkın desteğini yitirmeye başlamış hem de tüm dünyanın (özellikle İslam aleminin) yaka silktiği bir lider haline gelmişti. Cumhuriyet tarihinde göreve gelen, ABD'ye en yakın siyasi ve askeri yönetim ne yazık ki bir darbeyle uzaklaştırılmıştı. İstihbaratçı bir babanın kızı olan Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan'ın "adım adım askeri darbeye gidiyoruz" ikazı ve demokrasi vurgusu AKP ile DP'nin son dönemlerindeki icraat benzerliğinden kaynaklanıyor olabilir.

Şahsen darbe olacağına inanmıyorum fakat kimilerinin böyle bir çıkışı bekledikleri, bunun konuşuluyor olmasından nemalanacakları söylenebilir. Çok sıkışan iktidar ve dayandığı derin odak, hesap verme korkusunu artık günden güne daha fazla yaşıyor. Paralel yapı ve PKK tarafından "kandırıldık" edebiyatı toplumda fazla alıcı bulmuyor. Mağduriyet söyleminin dış güç ve askeri darbe iddiaları üzerinden sürdürülmesi işlerine gelecektir.

Halkı terör ve kaosla korkutup, iktidarı sürdürme taktiği maalesef geri kalmış ülkelerde etkili bir yöntemdir. Elbette bizde mevcut hükümet kendi halkını "ya istikrar ya kaos" diyerek tehdit edecek kadar çirkinleşmez, değil mi?

Yazarın Diğer Yazıları