30 yıl önce bugünlerde neyi tartışıyormuş Türkiye?

30 yıl önce bugünlerde neyi tartışıyormuş Türkiye?

CHP''ye HDP''yle kuracağı ilişkide "rol model" olarak gösterilen "1991 ruhu"nun ne menem bir bela olduğunu hatırlatmaya çalıştığım dünkü yazım için kitap karıştırırken, Hulki Cevizoğlu''nun "Ya Sev Ya Sevr"inde yer verdiği bir demece takıldım.

Cevizoğlu''nun, dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk''un, 23 Kasım 1991 günlü Tercüman gazetesinde yayınlanan söyleşisinden yaptığı alıntının konusu, "güçlü meclis"in  zorunluluğu.

***

TBMM''nin 27. Dönem, 5. Yasama yılı açılışı vesile oldu. Parlamenter sisteme dönülür mü, dönülsün mü, dönülürse nasıl dönülsün tartışmasının tavan yaptığı şu günlerde, Cindoruk''un, tam tamına 30 yıl önce yaptığı bu değerlendirmeyi sizinle de paylaşmak istedim.

Bakalım size de, bana geldiği kadar manidar gelecek mi?

***

"Rejim bir imbik niteliğinde Meclis''e dayanmalıdır. Meclis bir rafineri gibi olmalıdır. Meclis''in denetim yolları açıksa yapılan yanlışlardan korkmamak lazımdır.

Bir bakarsınız, bir hükümet kurulur. Farz ediniz ki iplik kaçakçılığına adı karışmış birini bakan görürsünüz.

Ya da vaktiyle esrar, eroin kaçakçılığına adı karışmış birisinin çok yakınını bakan gibi görebilirsiniz. Bu tespit yapılınca da, devlet bürokrasisi ayağa kalkar. Ama şunu bilirseniz teselliniz de ortaya çıkar. Dürüst politikacılar bunları çözer. Bunlar bir daha gelmez. Böyle şeyler bir daha olmaz. Kamuoyu bu konularda hassastır, basın hassastır. Bunları bilirseniz yapılan yanlışın ağırlığından, büyüklüğünden korkmazsınız.

Ya da hükümet kurulur, hükümette bakarsınız büyük bir firmanın gizli ortağı veya adamı kilit bir mevkiye gelmiştir.

Olabilir. Bir diktatörlükle demokrasinin arasındaki fark budur. Meclis denetimi, basın denetimi varsa, o tehlike basit bir noktada, tam zarar vereceği noktada giderilir.

Hatta, o hükümeti kuran başbakan da bunları bilmeyebilir. Ya da bilebilir. Etki altında kalmıştır. Partiye yardım almıştır. O yardımın bedelini ödemek zorunda kalmıştır.

Bütün bunlar kamuoyunda bir süre sonra tartışılır hale gelir ve mesele çözülür.

Demokrasi o bakımdan bir emniyet supabı olan bir Meclis''e dayanırsa, Meclis''in denetimine dayanırsa bu tür tehlikeler büyümeden hükümet altından kalkar. Ve karamsarlık da fazla işlemez. Bu durumda partide bu tür kişiler hakkında dosya hazırlayanların, onları takip edenlerin kırılan cesaretleri kısa zamanda yerine gelir ve teselli bulurlar. Nasıl olsa rejim bunları tasfiye decektir, derler.

Eğer bir diktatörlük ya da bir tek parti rejimi varsa, Meclis denetimi işlenmiyorsa bu tür olaylar kalıcı hale gelir ve hayali ihracatlara kadar varır. Şirket batırmalara kadar gelir. Batık kredilere kadar gelir. Geçmiş dönemde bu tür iddialar çok ortaya atılmıştır. Meclis denetimi işleseydi, bu iddiaların ne olduğu ortaya çıksaydı, rejim bu kadar yıpranmazdı. Hatta, bazı bankalar bile batmazdı. O nedenle ben Meclis''in demokrasi Meclis''i olmasını isterken, romantik bir duyguyla hareket etmiyorum. Aslında realistim bir kararlılık beni bu noktaya getiriyor. Demokrasi meclisi realist bir düşüncedir.

Bugün Türkiye''nin önünde son bir engel kalmıştır. Artık tek başına karar veren, örgüte dayanmayan liderlerin yönettiği partiler dönemi bitiyor. Meclis içi denetim başladığı zaman, parti içi denetim de başlayacaktır. Böyle herkes dilediğini Bakan yapsın, mebus yapsın, milletvekilliği listesinin  başına koysun, o dönemde kapanıyor. Türkiye''de bu son dönemdir.

(…) Bu Meclis bunların hepsini aştığı zaman partiler şeffaflaşacaktır. Parti içinde olan yanlışlar ortaya çıkacaktır. Herkes birbirinin hakkında bildiğini söyleyecektir ve partiler demokrasisi başlayacaktır. Şimdi genellikle liderler demokrasisi vardır. Bunları aşacağız."

***

Türkiye''nin parlamenter sisteme dönmesi kadar, idari yapısının omurgasını oluşturacak olan o parlamentonun niteliğini güçlendirmesi de önemli.

Parlamenter sistemi savunanlar, "siyasi partiler yasası"nı bu pencereden bakarak ele almalı.

Yoksa, yeni yasama yılı dolayısıyla ekrana çıkan parti temsilcilerinin büyük bölümünün meseleleri ele alış tarzını gördük; akıl ve vicdan üstünlüğü sağlanmamış bir parlamentoya dönseniz ne, dönmeseniz ne dedirtmeyecek bir programla gitmek lazım millete.

 

ÖLÜM VAR…

Son ayların en çok konuşulan, en çok güç, kuvvet, karizma, otorite, kudret, misyon yüklenen isimlerinden biri olan Oğuzhan Asiltürk de öldü.

Daha birkaç hafta öncesine kadar Saadet Partisi''ni Millet İttifakı''ndan koparıp Cumhur İttifakı''na iliştirmesi işten değil sanılıyor; Temel Karamollaoğlu''nu ve yönetimini tasfiye edeceği garanti görülüyordu.

Bir saniye sonramızın garanti olmadığı dünyada hırslarımızı yeniden gözden geçirmeye vesile olur mu?

Dünya üzerindeki son insan da, son nefesini verene kadar "ölüm"ün farkında olarak yaşamayı öğrenemeyeceğiz galiba.

 

SORU-YORUM

--

Korona virüs tedavisi gördüğü bilinen Oğuzhan Asiltürk''ün ölümünün ardından kameraların karşısına geçen Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bir gazetecinin "Oğuzhan Asiltürk aşı olmuş muydu" sorusuna cevaben, "Bu bilgileri hasta yakınlarının rızası olmadan söylemek doğru olmaz" deyince aklıma geldi;

Acaba, Sayın Koca, çok değil bir-bir buçuk ay önce, korona virüs dolayısıyla peş peşe gelen doktor ölümleriyle ilgili olarak "Kayıtlarımızdan aşı olmadıklarını öğrendik" açıklaması yaparken, o doktorların ailelerinin rızasını almış mıydı?

Yazarın Diğer Yazıları