Adaletli olmak 'şark görevi' miydi?

Adaletli olmak 'şark görevi' miydi?

Haset, çok güçlü bir duygu… O yüzden "Keşke Yunan galip gelseydi" temennisiyle "Edirne''yi Enver alacağına Bulgar alsın" düşüncesi, ''yüzyıllık akraba''dır…

Bu düşünce sahiplerine yâr olmayacaksa hiçbir galibiyetin, hiçbir başarının anlamı yoktur, hak değil batıl kazansa da olur!.. Hatta daha iyi olur!.. Çünkü o haset, kalpteki çirkinlikleri yüze vurur, iyiye, doğruya, güzele dair ne varsa kemirir, yer bitirir…

Dolayısıyla içimden geldi ve bu vesileyle, kendimize ve çelişkilerle dolu toplumsal gerçeğimize ait sorularımı tekrarlamak istiyorum: İyiler, kötülüğe fırsat bulamadıkları için mi iyidirler? Veya namuslular, namussuzluk imkânı yakalayamadıkları için mi namusludurlar? Yolsuzluktan şikâyet edenler, daha önce yolsuzluk yapacak makamları kapamadıkları için mi dürüst kalmışlardı? Yani adaletli olmak, bir nevi ''şark görevi'' miydi?

Adaletsizlikten dertlenenlerin, bu dertlenme süreleri, hükmetme makamına gelene kadar mıdır? Bazı erdemler, ''çaresizlikten dolayı mecburen edinilmiş ve ilk fırsatta terk edilmesi gereken mobil özellikler'' midir? Yoksa her hâl ve şartta kalıcı mıdır?

Savunageldiğimiz değerleri, eğip bükme, kendimize, liderimize, klanımıza, cemaatimize, tarikatimize, ideolojimize, teşkilatımıza, partimize vs. göre uyarlama kudreti elimize geçtiğinde nasıl davranmalıyız? Demokrasi, yönetme gücünü ele geçirinceye kadar mı kıymetlidir?

İnsan hakları, zulmeden değişinceye kadar mı önemlidir? Zulmetme makamına ''ortak kimlikten birisi'' geçince, zulüm gibi görünen o fiiller zulüm olmaktan çıkar mı?

Yolsuzluk, o yolsuzluğu yapana göre mi değişir? İşin içinde ''kutsal bir amaç'' varsa, yolsuzluk, yolsuzluk olmaktan çıkar mı? ''Düşman''la mücadelenin meşrû aracına dönüşür mü?

***

Adına ''demokrasi tarihi'' denilebilirse eğer, bizim demokrasi tarihimiz acı çelişkilerle doludur…

''Tek parti rejimi''ni devirip iktidarı ele geçirdikten sonra bir yığın ''anti-demokrasi örneği''ne yataklık edenler, ''demokrasi kahramanı'' olabildiler… ''Millet iradesi'' kavramı nice keyfiliklerine örtü kesilebildi…

Bir başka örnekte, anti-demokrasiden sızlana sızlana büyüyenlerin iktidar olduktan sonra parti ve devleti nasıl da iç içe soktukları, mukadderatlarını birleştirmeye çalıştıkları açıkça görüldü…

Dindarlar üzerindeki baskıdan müthiş bir siyasî enerji üreterek gelişen siyasî akımın, benzer baskı türünü ve adaletsizliği başkaları üzerinde nasıl da yoğun bir şekilde uyguladığı ortaya çıktı… ''Herkes için hukuk'' yerine ''acırsan acınacak hâle gelirsin'' modeline geçilebildi…

Ya da ''soruları başkası çalsa kötüydü, bizimkiler çalınca hak'' meselâ!..

***

Siyasetteki büyük çoğunluk, güç ele geçene kadar adil, demokrat, kul hakkına titiz… Ya sonra?

"Benim partim… Benim akrabam… Benim yolsuzum… Benim dâvâm… Benim cemaatim… Benim klanım…"

O çelişkilerle dolu toplumsal gerçeğimiz, her türlü çifte standarda ve ''kendisinden olan adaletsizliğe'' kılıf uydurup onay veriyor olsa da ''kimsenin kimseye fayda vermeyeceği o çetin gün'' gelip çatacaktır…

***

Malum kıssayı hatırlayalım: Ebu Zerr, Muaviye''nin sarayında içinden geçenleri söyleyip kızgınlıkla oradan ayrıldıktan sonra arkasından birinin bağırdığını duyar… Durur, onu bekler…

Koşarak gelen adam "Muaviye gönderdi" diyerek kendisine bir kese uzatır… Ebu Zerr onun ne olduğunu sorunca, adam  "Altın kesesi. Muaviye almanı istiyor"  der…

Hiddetle reddeder Ebu Zerr… Bunu üzerine adam  "Ey Ebu Zerr, eğer bunu kabul edersen Muaviye beni azat edecek, ben bir köleyim"  diye seslenir…

İşte o anda Ebu Zerr, zamanları aşan şu tarihi cevabı verir: "Muaviye''nin gönderdiği o keseyi alırsam, sen kölelikten kurtulacaksın ama ben köle olacağım!.."

Ne mutlu modern köleliği kabul etmeyenlere… Her hâl ve şartta hakkı savunanlara… Hürriyeti adına her türlü güce karşı dik duranlara…

Yazarın Diğer Yazıları