Ah benim öğretmenim!

Ah benim öğretmenim!

İzni olmadığı için ismini öğrenemeyeceksiniz.

Yıllar sonra buluştuğumuzda gözyaşlarıyla anlattı.

İki kadeh parlatınca hep duygusallaşır zaten.

Beş yıldır da içimde yaradır.

Öğrencisi olmaktan gurur duyduğum öğretmenlerimden biridir.

Gelin adını "KADER" koyalım.

**

Sınıfa girdiğinde, ardında dağlar yürürdü.

Yapılı, sert bakışlı, ama sıkıntısı olan bir öğrencisini gördüğünde, pamuklaşan bir öğretmendi.

Haksızlık etmek istemem ama, öğretmekte bu kadar ısrarlı çok az öğretmen görmüşümdür.

Israrı ürkütürdü. O ısrar ettikçe daha çok şaşırırdık ama,

"Haaaah, işte böyle" dediği anda, üzerimizdeki yük kalkardı.

Farkında olmadan, öğretmek istediği şeyi öğrenmiş olurduk.

**

"KADER" hocamla yolumuz çoook uzun yıllar önce ayrıldı.

Ama Allah biliyor, ben onu, o da beni düzenli olmasa da aradı.

Bana kitap okumayı sevdiren adamdır.

Var olun, bazen kalemimi översiniz ya, işte ilk mimarlarından biri O''dur.

**

Kader öğretmen emekli olduktan sonra, İzmir''den bir başka büyük kente taşındı.

Üç çocuğu vardı.

Onları okutmak için ne büyük mücadele verdiğini biliyorum.

Beş boğaza bir emekli maaşı.

Varın siz düşünün.

Tabii benzer şartlardaki on binlerce öğretmenimiz gibi, "Kader" hocam da, ek iş kovaladı.

Girdiği işlerde çok uzun süre kalamıyordu.

Atar-gider yapıldığında hazmedemiyor, sessizce uzaklaşıyordu.

Sonunda, bir dostunun önerisiyle, kendi işinin patronu olmaya karar verdi.

Kendi işi dediysem, öyle büyük bir işletme ya da dükkan değil.

İşlek bir caddede, yağmurlu günlerde, şemsiye-yağmurluk,

Güneşli günlerde şapka falan sattığı bir seyyar tezgah.

**

Yaşına rağmen, yapılı ve atletik olmanın avantajını yaşadığı bir ticari alan.

Neden?

Çünkü zabıta geldiğinde hareket kabiliyeti yüksek.

Tezgahı da, malları da kurtarabiliyor.

**

Beş yıl önce İzmir''de denk gelince, hafta sonu Kordon''da buluştuk.

Akşam saati, kordon geleneğinin gereğini yerine getirirken sohbet uzayınca, tanıdığı bir lokantaya geçtik.

Masa kuruldu, ve "Kader" hocam, doğal olarak yine duygusallaştı.

İşte o akşam anlattı.

"Bak sen gazetecisin. Sakın ha" diyerek yeminler aldı.

Peki ben yemin verdim mi?

Evet.

İyi ama yemin vermeme rağmen şu an neden yazıyorum?

Birincisi isim vermiyorum.

İkinci ve asıl önemlisiyse, Denizli Mitingi''ni izlemiş, beni aradı.

Yazılarımı sıkı takip eder. Yazmayınca sitemli mesaj atar.

Sohbet sırasında "Çarşamba günü Öğretmenler Günü. Ne yazacaksın?" diye sordu.

"Bilmiyorum hocam" dedim.

"Ben biliyorum" dedi, "Beni yazacaksın, ama adımı vermeyeceksin. Çünkü çocuklar o günleri bilmiyor"

**

İşportacılık yaptığını çocukları biliyor mu diye hiç düşünmedim ama, bilmiyorlarmış.

"En büyük endişem, caddede evlatlarıma denk gelme ihtimaliydi" dedi.

Çocuklarından kaçabilmiş ama..

**

İşte beni benden alan öykünün yaşandığı gün, kaçamadığı bir şey var.

Zabıta üç koldan caddeye dalınca, kaçacak yer kalmıyor haliyle.

İki zabıta "Kader" hocamın tezgahını kavrıyor.

"Aman çocuklar, yapmayın etmeyin" dese de, yaşı büyük olan zabıta çok sert, Nuh diyor Peygamber demiyor..

**

Fakat, yüzünü kaçıran genç zabıta dikkatini çekiyor.

O sessiz, ve sanki kaçıp gitmek istiyor.

Daha yumuşak bulup, bu kez onun kolundan tutup, "Evladım, ekmek parasıdır. Ne var bunda?" diye soruyor.

Yüzünü dönen zabıtayı tanımıyor ama, duyduğu sesle irkiliyor;

"Hocam tamam. Sakin olun, ben halledeceğim."

**

Dedi ki anlatırken;

"Hocam dediğine göre öğrencim. Ben evlatlarım bilmiyor derken, üç evladımı değil, bütün evlatlarımı kastetmiştim Murat. Ama denk geldik, yakalandık işte.."

**

Genç zabıta, emekli olmadan görev yaptığı son sınıftaki öğrencisi.

Diğer seyyar satıcılarla zabıtanın bağırış-çağırış bir mücadelesi var.

"Hocam, ortalık bi sakinleşsin, halledeceğim" diye tekrarlayınca, tekrar kolunu tutup fısıldıyor;

"Oğlum, seni tanıyamadım. Ama belli ki öğrencimsin. Yapma. Müdahale etme. Sonra başka şeyler gelir akıllarına. Zarar görürsün."

"Hayır hocam, halledicem" diyor öğrenci zabıta.

Tezgahlarda zabıtanın kamyonetine yüklenirken, genç zabıta durumu anlatmak için amirine yöneliyor.

Sizce "Kader" hocam ne yapıyor?

Sessizce ara sokağa girip uzaklaşıyor.

Öğrencisine laf gelmesin diye.

Onu zor durumda bırakmamak için.

Hikaye ne kadar gerçek ve insani olursa olsun, zarar görebilme, laf edilme ihtimalini gördüğü için.

Ayak üstü, eski öğrencisine, yeni bir şeyler öğretebilmek için.

Sessizce uzaklaşıp, gözden kayboluyor.

**

Bir hafta boyunca hiçbir şey yapamıyor.

Sermaye gitti, seyyar tezgah gitti..

Ve en önemlisi, artık evlada denk gelindi.

**

"Hocam ne var bunda, insan şerefiyle, namusuyla ekmeğini kovalayabilir" dedim.

"Tabii ki öyle" diye girdi söze,

"Ama o çocuk düşünmez mi, ''Bana hayatı anlatıyordun. Bana koca koca hayaller kurduruyordun. O hayallerin çıktığı hayat bu muydu?'' demez mi?"

Gerekçeyi çok esaslı bulup, yerine oturtamadım ama, zaten bunu yapabilmek için, "Kader" öğretmen olmak gerekirdi.

**

İşin ikinci ve hem güzel, hem ağır yanıysa şu.

Dört gün sonra eve geldiğinde, tezgahını ve malları antrede buluyor.

Eşi evdeyken, zabıta öğrencisi sözünü tutmuş, işi halletmiş, malları, adresini bulduğu hocasına getirmiş.

Sonrası?

Sonrasına gerek yok.

Çünkü gerisi hikaye..

Çünkü;

24 Kasım olduğu için, bugün herkesin güzel güzel laflar edeceği öğretmenlerimizden birinin gerçeğidir bu anlattığım.

"Kader" öğretmenin dramı, "Canımın içi öğretmenlerimin" kaderidir aslında.

**

Ben, bir öğretmen çocuğu olarak;

Her 24 Kasım''ı kutlamaktan çok, utanırım aslında.

Kader öğretmen gibi tesadüfler barındırmasa da, sayısız dram taşır öğretmenlerimin hayatı.

Bir öğretmen maaşıyla okumuş üç kardeşten biri olarak, zaten dibine kadar yaşamışımdır o zorlukları, o dramı.

**

Utanıyorum ama, vazgeçilmez bir görev bu;

Bu 24 Kasım''da da,

Başöğretmenim Gazi Mustafa Kemal Atatürk''ü saygı ve minnetle anıyor,

Başta Cumhuriyet öğretmeni annem olmak üzere,

Tüm öğretmenlerimin ellerinden öpüyorum.

Utancım bana kalsın, güzellikler onlara gelsin..

Yazarın Diğer Yazıları