"Allah düşmanıma vermesin"

Herhangi bir mücadelede asıl önemli olan kazanmak veya kaybetmek değil ki... Önemli olan kazanırken ''adalet''le kazanmak, kaybederken de ''asalet''le kaybetmek... Mücadele ahlâkı, sonuçtan önce gelir ve kalıcı olan da odur…

Duruşu ve mücadele yönetimi dolayısıyla ''Düşmanın bile saygı duyacağı bir mücadele insanı'' olabilmekten daha fazla hazzı, insana hangi galibiyet tattırabilir? İşte bunun için her alanda ''adalet, adalet, adalet'' diyoruz...

Dolayısıyla bıkmadan usanmadan tekrar edeceğiz: "Allah''ım düşmanıma vermesin"… Böyle bir dua Türkçeden başka dillerde de var mı acaba? Bu dua, bir belâ veya felâketin büyüklüğünü tanımlamak için kullanılmış olabilir… Ama ondan daha önemlisi, bir acı veya felâketi ''düşmandan bile esirgeyen'' adalet ve merhamet duygusunu, öfkeye sınır çizme çabasını anlatır…

Düşmanın da bir hukukunun olacağına dair güzel bir dua… Dünya, Cenevre Konvansiyonu''yla yaklaşık 70 yıl önce savaş ve düşman hukukuyla ilgili düzenlemelere gidebildi… Sözleşmeye imza koyan ülkeler, zaman zaman bu sözleşmeyi ihlâl etmiş olsalar da ''düşmanın da bir hukukunun olabileceğini ve ona sınırsızca muamele haklarının olmadığını, uymaları gereken kuralların bulunduğunu'' kabul ettiler…

İslâm, çok daha önce ''düşmanın da hukukun varlığını'' emretmişti… Bir topluluğa olan kinimiz bizleri onlar üzerinde zulme ve adaletsizliğe sevk edemezdi!..

***

Yakın tarihimize göz gezdirince ne kadar çok görüyoruz gücü ele geçirenlerin nasıl da adaletsizlik yaptıklarını… "Bize bir şey olmaz" duygusu ve gücün kıyamete kadar korunacağı zannı, ne büyük pervasızlıklara, ne büyük hukuk ihlallerine yol açtı…

12 Eylül öyleydi meselâ… Emir-komuta içinde çok büyük bir güçle hükmettiler… Terörden bunalmış olan halktan aldıkları büyük krediyi kendilerine korunaklı alanda tutacak baskıcı bir sistem inşasında kullandılar… Konsey üyeleri dünyayı terk ettiklerinde cenazelerine katılacak destekçi kalmamıştı…

1000 yıl sürecekti 28 Şubat!.. Güç ve kibir böyle konuşturuyordu sahiplerini… Sonra 1000 gün bile sürmedi… Yapanların çoğu sahip bile çıkamadı 28 Şubat''a…

Sonra ''Ne istediler de vermedik'' döneminde cemaat yargısı aldı gücü eline… O gücün bir daha ellerinden gitmeyeceğine o kadar inanmışlardı ki, yapılan hukuksuzlukların gün gelip yakalarına yapışabileceğini zerre kadar hesaplamıyorlardı… Kolay değildi tabii, bütün bürokrasi diz çökmüştü önlerinde…

"Bize bir şey olmaz" havasında kendilerine dokunulmayacağına inanan şöhretli hâkim ve savcıların akıbeti ibret verici… Yıkılan yargı saltanatından sonra ya cezaevlerine düştüler ya da yurt dışına kaçmak mecburiyetinde kaldılar…

***

Bu kural hiç değişmeyecek… Kim gücüne güveniyorsa bilmeli ki devran dönüyor ve adaletsizlik kimsenin yanına kâr kalmıyor… Kamunun hangi biriminde olursa olsun "Bize bir şey olmaz" diyerek, arkalarındaki gücün kıyamete dek süreceğini zannedenleri, dün olduğu gibi bugün de yarın da hüsran bekliyor…

Onun için adalet, adalet, adalet… Düşmana bile adalet… Hukuka uygun davranmak yerine, ellerindeki yetkiyi siyasete göre şekillendirenler, o siyasetin bittiği gün sahipsiz kalacaklar -ve hatırlatalım- "Ben satıcı değildim, içiciydim" türünden savunmalar hiç kimseyi kurtaramayacak…

Yarın gelenler de bir öfke ve hınç duygusu içinde, adaletten uzaklaşıp, bugün adaletsizlik yapanların üzerine aynı metotla giderlerse, hiç şüphe yok ki aynı akıbet onları da yakalayacak…

''Rövanşlar ülkesi'' olmaktan bizi kurtaracak tek çözüm ''hukuk ülkesi'' olmak ve adaletin ayak izlerine basa basa ilerlemek… ''Düşmanlık, öfke, kamplaşma ve rövanş duygusu''nun bizi soktuğu kısır döngüden kurtulmak mecburiyetindeyiz…

''Adaletle hükmetmesi gerekenler'' yarınları hesaplamak durumundalar… Hem kendi ikballeri, hem de ülke için… "Bize bir şey olmaz" tafrasıyla kendilerini asla dokunulmaz zannederek hüküm sürenlerin bugün ne hâlde olduklarını görmek, mutlaka ibret verici olmalı…

Yazarın Diğer Yazıları