Medya Polemik

Medya Polemik
Medya Polemik

Halk hukuku da özgürleştirecek

 

Şoför, otobüsü şuursuz hareketlerle kullanmaya başlarsa, tüm yolcular telaşlanır. Araç durmadan şoförü değiştirmek olanaksız olduğu için yolcuların yapabileceği şey, kaza olmaması için uyarılarda bulunmak, bir de dua etmektir.
 Bugün Türkiye, buna benzer bir ortamda,  “durmak yok, yola devam” nidalarıyla ilerliyor.
Halkımızın böylesi durumlar için kullandığı tekerleme şudur:
Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!
İktidar, ülkemizin komşularından mahallemizin komşularına kadar herkesi birbirine soktu.
İzlenen politikaların hiçbiri vaat edilen sonuçları doğurmadı.
Eskiden iftar sofraları vardı, şimdi Başbakan’ın iftar konuşmaları var.
Artık iftiharla sunulacak bir şey kalmayınca, iftarda açılmayacak konulara sığınmaya çalışıyorlar.
(...)
Hükümetin iç-dış politikaya ilişkin sergilediği tutum ne ise Ergenekon davası da o.
Hükümet Türkiye’nin sorunlarını çözmüyor, kullanıyor.
İşte bu bağlamda yargı da adalet üretmiyor, hükümetçe kullanılıyor.
Hükümet Türkiye’nin en elzem sorunu olan iç barışın inşası umudunu hep seçimlere endeksli olarak kullandı. Öyle ki, terör örgütü seçimlerden önce ateşi kesti, seçimlerden sonra yol kesti. İçinden geçtiğimiz dönemde de nereye doğru açıldığımız belli değil.
Adalet sistemsizliği de böyle işliyor. Bir torba yasa çıkıyor, onun ne anlama geldiği günler sonraki bir uygulamada ortaya çıkıyor.
Hükümet Suriye konusunda öyle bir havadaydı ki, adeta, büyük devletleri ben yönettim, küçük devletleri de ben kurdum diyordu. Esad’ın ömrü haftalarla hesap edilmeliydi, kendiliğinden gitmezse,  “Şam-ar” oğlanına dönecekti. Şimdi bizim neye döndüğümüz ortada.
Dışişleri Bakanımız alıngan olduğu için ağır eleştiriye de gelmiyor. O yüzden ufak bir dokundurma yapmakla yetinelim.
Senden sonra kıyamet,
Komşuları istediğin gibi kıy Ahmet!
İşin kara mizahı bir yana, Suriye sorunu adım adım bizim güvenlik sorunumuz haline geliyor.
İşte başta Ergenekon olmak üzere hükümetin gücünü arttırmak için açılmasını sağladığı davalar da Türkiye’nin sosyal olarak güvenlik sorunu haline geldi.
(...)
Her alanda cilası dökülen iktidar en büyük zararı yargı sistemine verdi. Siyasi hırsın kontrolüne giren yargı, şimdi o dehlizlerde iktidar koalisyonu içindeki çatlamalardan payını alıyor.
Yargıyı bu siyasi dehlizden kurtaracak olan yine halkın gücüdür.
5 Ağustos’a güçlü bir halk katılımı sadece yurtseverleri değil, hukuku da özgürleştirebilir.
Mustafa Balbay/Cumhuriyet

 

+++

 

İki cümlede PYD

 

PYD’nin Türkiye’nin güvenliğine zarar verip vermemesi, müstakilen PYD’nin değil KCK’nın takdir ve inisiyatifine bağlı bir durumdur.
KCK, “vuracaksınız” dediği anda PYD Türkiye’nin ne söylediğine bakmaz.
Gültekin Avcı/Bugün

 

+++

 

“Kelle vermeyeceğiz” diyemedi

 

Gazeteci kıyımındaki “son dalga”nın adresi Milliyet’ten üstü kapalı mesaj:  ‘Eylül sendromu’nu reddediyoruz

 

Türkiye’de son aylarda yine ’bulanık suda’ avlanmak isteyenler,  ’durumdan vazife çıkarmaya’ çalışanlar var: Bunların bir kısmı ’Eylül’de bir şeyler olacak’ fısıltısını yayarken, bir kısmı da medyayı susturmaya, gazetecileri işinden gücünden etmeye çalışıyor.
’Eylül sendromu’nu peşinen reddediyoruz.
Milliyet olarak, gazeteciliğin daima sivil, demokrat, hak, hukuk, adalet kavramlarına bağlı, özgürlükçü bir ortamda yapılacağına inanıyoruz...
Derya Sazak/Milliyet

 

+++

 

ABD için “demokrasi” ve “ittifak” kriteri

 

Pinochet bile olur;  yeter ki kontrol edilebilsin!

 

Milliyet’ten Zeynep Miraç’a konuşan Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fulya Atacan’dan ABD yorumu:
“Temel mesele, niyeyse kimsenin kabul etmeye yanaşmadığı şey, 2011’den bu yana çok kökten gelen bir isyan süreci var. Bu süreci kim kontrol edebiliyorsa ABD onu destekler. Bu İhvan olabilir, asker olabilir... Ki ABD askeri tabii ki tercih eder, yılların verdiği uzun ilişkiler nedeniyle. ABD; nerede biteceğini bilmediğimiz, son derece tehlikeli, tüm dengeleri alt üst edebilecek dönüşümü kontrol edebilen grubu destekler. (...) Toplum kontrol edilemediği ve bütün bölge hareketli olduğu için ABD çok ağır, Pinochet gibi bir askeri yönetime ses çıkarmaz. Hiç şüphem yok bundan. Yeter ki kontrol edilebilsin.”

 

+++

 

TRT tipi tasavvufa anlamlı tepki:

 

“Çok şükür Allah Teâlâ  sadece eşinin arabası olan kadınlara çocuk vermiyor”

 

Şimdi bu bağlamda ‘diren hamile’ tepkilerini filan hiç hesaba katmadan şuna dikkat kesilelim:
Tuğrul İnançer Hocaefendi’nin konuşmasında bel kemiğini ne oluşturuyor?
Adab-ı muaşeret üzerine eleştiri. Bu eleştiriyi de estetik kodların desteği ile ortaya koyuyor. Fakat Hocaefendi’nin ekran üzerinden verdiği örneklerin çok estetik olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebilir miyiz?
Diğer taraftan incitici bir dil var ortada.
Şunu lütfen düşünün: O ekranın karşısına Ramazan’ın ikliminden huzur bulmak üzere oturan binlerce fakir ve hamile kadın var. Evet, çok şükür Allah Teâlâ sadece eşinin arabası olan kadınlara çocuk vermiyor. Ve üstelik o hamile kadınlar eve ekmek getirmek için tarlarda bağ ve bahçelerde tekstil atölyelerinde, ev işlerinde gündelikçi olarak ömür tüketiyor. Onca yorgunlukla toplu taşıma araçlarının itiş kakışı içinde evine vasıl oluyor. Çocuklarına yemek yaparken bir taraftan da ruhuna gıda olsun diye dini sohbet arıyor radyoda, televizyonda. O akşam, Tuğrul İnançer’in sohbetini dinleyen hamile ve fakir kadınlar kendilerini nasıl hissetmiştir acaba? (Beylerinin onları gezdirecek arabası olmadığına göre...)
Fatma Barbarosoğlu/Yeni Şafak

 

+++

 

Akşam’dan kovulan Tatari çok sert

 

Torunlarınız sizden utanacak

 

Satışa kadar TMSF’nin el koyduğu Akşam grubunun başına getirilen Cengiz Özdemir’in “yazıları ile bizimle çalışmak istemediğini beyan etmiş oldu” dediği Tuğçe Tatari twitter’dan cevap verdi:
“Bunlarda hiç utanma yok.. Ama hiç..
Gazeteciliğin kurallarını ’yeniden’ yazanlar, gözünü kırpmadan yalan söyleyen, çıkar için adam asanlar; Torunlarınız sizden utanacak!..”