Atatürk Cumhurbaşkanlığı görevini neden bırakmak istedi?

Atatürk Cumhurbaşkanlığı görevini neden bırakmak istedi?

Altı yaşından itibaren arkadaş, sırdaş silah arkadaşı ve vefakâr dosttular. Atatürk’ün en sevdiği en güvendiği arkadaşıydı…

Gün geldi cephelerde birlikte Gazi oldular, gün geldi birbirlerine sevdiği kadını emanet ettiler.

Büyük asker, kurtarıcı ve önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşı, devlet adamı Nuri Conker’in dostlukları Selanik’teki çocukluk yıllarının sokak oyunlarına dayanıyordu. Anneleri kapı komşularıydı…

Nuri Conker, Atatürk’e “Kemal” diye hitap edebilen tek arkadaşıydı.
Trablusgarp’ta casusluk yapıp silahlı mücadele vermişler, Çanakkale’de yine omuz omuza siperden sipere koşmuşlardı…
Atatürk, Enver Paşa, Nuri Conker

Yedikleri, içtikleri, eğlencelerinin yanı sıra hemen her cephede omuz omuza siperden sipere koşmuşlardır iki can dost…

Kurtuluş Savaşı’nda, TBMM’nin ve Cumhuriyet’in varoluşunda da hep birlikteydiler. Öyle ki; Nuri Conker’in, Atatürk ile Latife Hanım’ın boşanmalarında payı bile olduğu iddia edildi. Atatürk can yoldaşı Nuri Conker için eşine bile karşı çıkmıştı…

ATATÜRK: NURİ ARAMIZDA TERLİK MESAFESİ OLSUN!

Cumhuriyet’in ilk yıllarıydı…

Atatürk’ün en önemli zevklerinden biri Nuri Bey ile gün ışımaya yüz tutarken at binmek, akşamlarıysa mutlaka birlikte sofrada bir araya gelmekti. Sabahlara kadar süren sohbetler Nuri Bey’i yormaya başlamıştı. Herkes kalkıp evlerine gider, o en geç ayrılırdı. Evi ile Köşk arasında mekik dokuyordu. Bir gün yine sohbet sırasında baş başa kaldıklarında Atatürk, Nuri Bey’e bir teklifte bulundu.

Nuri, sen gel o evden taşın, yanıma yakın bir yerlerde arazi satın alalım, evini buraya yap,” dedi, parmağıyla köşkün karşısındaki araziyi işaret ederek. (İşaret ettiği arazi eski Başbakanlık konutu) “Nuri aramızda terlik mesafesi olsun!” dedi.

Nuri Bey önce şaşırdı sonra sevindi. Çocukluk arkadaşı, silah arkadaşı, yareni yanı başında olmasını diliyordu... Ama teklifi nazikçe geri çevirdi…

İki can dostun gözleri birbiriyle, içtenlikle buluştu oradan yüreklerine yol aldı…

ATATÜRK: NURİ BEY’İ ADAY GÖSTERECEĞİM”

1932

Atatürk huzursuzdu. Rahatsızlığının nedeni mutlaka bir muhalefet partisi olması gerekliliğiydi. Ama olmuyordu, olamıyordu. Oysa çağdaş demokrasi bunu gerektiriyordu. Ülkedeki ekonomik gidişattan şikâyetler de çoğalmıştı. Ülkeyi gezmek ve yurttaşların nabzını yoklamak istedi. Hemen herkesle görüşüyor, fikirlerini alıyordu. Tek niyeti, ülkenin parçalanmadan demokratik bir biçimde çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırılmasıydı. Ve hatta kulaktan kulağa cumhurbaşkanlığından çekilip, Cumhuriyet Halk Partisi’nin başına geçeceği bile öne sürülüyordu.

Şaka yapmıyor olabilirdi. Zaten Anayasa hazırlanırken, yetkilerini kısıtlamış, “Siz bana bakmayın. Beni nazarı dikkate almayın. Olaylar beni ordu ile, siyasetle, idareyle, her şeyle karıştırdı. Bu bir devrimdi. Siz benden sonra gelebilecek herhangi bir adamın muhtemel karakterini nazarı dikkate almalısınız,” demişti.

Akşam sofra kurulmuştu. Sohbet sırasında bir ara yanındakilere dönerek seslendi:

“Reisicumhurluktan çekileceğim. Yerime Nuri Bey’i aday göstereceğim. Nuri Bey boylu boslu, kelli, felli, yabancı dil bilen bir arkadaştır. Mükemmel bir reisicumhur olabilir. Binaenaleyh sağlığımda millete benden başka birinin de cumhurbaşkanı olabileceğini göstermeliyim…”

Zaman zaman cumhurbaşkanı olmak istediğini dile getiren Nuri Bey hemen söze atladı:

Paşam hem bu görevi yaparım hem de sizin aldığınız maaşın yarısına yaparım, devlet de kazanır...

“GEL YARDIM ET BANA NURİ... KAÇALIM KÖŞKTEN...”

1936

İki can yoldaşının dostlukları herkesi kıskandıracak biçimde sürüyordu…

Eylül ayıydı, ılık bir hava, öğleden sonrasıydı. İki sırdaş dost Florya Deniz Köşkü’ndeydi... Atatürk’ün canı sıkılmıştı. Derin bir iç geçirdi ve ardından, “Gel yardım et bana Nuri... kaçalım köşkten...” dedi.

Nuri Conker, “Onun bu içtenlikli isteğine karşı çıkmak büyük haksızlık olur,” diye düşündü ve hemen sonra “Tamam, sen planı hazırla, ben uygulamasını yaparım...” dedi. Ama endişesini de dile getirdi:

“Nasıl kaçacağız Kemal, peşimize bir ordu takılır. Yaverler, muhafızlar, gözcüler, yardımcılar, hiçbir keyfi olmaz bu kaçışın.”

Atatürk kararlıydı:

- Bırak şimdi bunları. Kaçalım ne demek? Kimseye görünmeden usulca sıyrılalım demek! Sen bana yardım edecek misin?

- Kemal kusura bakma, anlamadım ama buyruğunuzdayım elbet. Siz yolunu söylerseniz ben de size katılırım.

Sözlerini sürdürdü:

- Bak şimdi Nuri. Senin otomobilli bir arkadaşın yok mu?

- Var...

- Tamam. Sen şimdi yaverlerden gizli gidip bu adama telefon edeceksin, kendin için isteyeceksin bir günlüğüne arabasını... Gerisini bana bırak.

Nuri Conker, dediğini yaptı. Arkadaşı otomobili köşke gönderecekti.

Atatürk sordu:

- Arkadaşının arabası spor mu, kapalı mı?

- Spor!

- Dur, olmadı. Sen hemen gidip yine telefon et, otomobil tenteleri kapalı gelsin! Açık araba işimize yaramaz. Bunu nasıl düşünmedin sen?

Atatürk çok gibi sevindi ve kurduğu planı anlattı.

“Şimdi bak ne yapacağız. Araba seni almak için gelecek. Yaver gelip haber verecek. İkimiz birlikte kapıya yürüyeceğiz. Ben yaveri bir iş buyurup savacağım. Senin ceketini ve şapkanı giyip otomobile bineceğim. Birkaç saniye sonra sen geleceksin! Senin gömlekle dolaşman, bu mevsimde yadırganmaz. Nöbetçilerin yanından geçerken, yol verecekler. İçeride biri olduğunu ya görürler, ya görmezler. Ama görseler de senden kuşkulanmayacakları için biz çemberi yaracağız!..”

- Çemberi yarsak bile hemen fark edip peşimize düşerler Paşam...

- Ne? Sen anlarlar mı diyorsun? Şaşarım aklı perişanına... O kadar akıl nerde bu adamlarda? Atatürk’ün köşkten kaçtığını bu adamlar gözleriyle görseler, kendilerine bile inanmazlar! Bak bekle, göreceksin!..

Nuri Conker, Başbakan İsmet İnönü korkusuyla tedirgin, Atatürk ise özgür olmak hevesiyle mutluydu. Nihayet yaver içeri girdi, Nuri Conker’e otomobilinin geldiğini söyledi. Atatürk de onunla birlikte kalktı:

“Demek davetlisin Nuri, pekâlâ... Hadi ben de seni kapıya kadar geçireyim, sonra döner kitap okurum.”

Birlikte yürüdüler. Yaver peşlerinden geliyordu. Atatürk birden döndü yaverine seslendi:

“Kitaplarımın arasında Edouard Herriot’un Orient adlı bir kitabı olacak, yeni geldi. Onu bul, odamdaki masama koy, bu akşam yemek yemeyeceğim, okurum. Sen de dinlenebilirsin!”

Yaver selamını verip döndü, uzaklaştı.

Atatürk, Nuri Conker’e, “Hadi çıkar ceketini, ver şapkayı!..” dedi.

Ceketi ve şapkasını uzattı. Atatürk ceketi çabucak giydi, şapkayı başına geçirdi, yürümeye başladı:

“Sen on saniye sonra gel!”

Kapının önünde Mercedes marka otomobil vardı. Spordu, tentesi kapalıydı. Şoför kapının önüne dikilmiş, Nuri Conker’in gelmesini bekliyordu. Atatürk’ü Nuri Conker sanmıştı. Tam direksiyona geçeceği sıra, bu kez Nuri Conker beyaz uzun kollu bir gömlekle göründü. Gömleğinin yakasını açmış, boyunbağını da eline almıştı.

Otomobil hareket etti. Dış kapıya gelince, nöbetçi otomobile doğru yaklaştı. Nuri Conker oturduğu yerden başını çıkararak, “Allahaısmarladık asker!” dedi. Köşkten çıkıp gittiler. Atatürk, şoföre:

“Çekmece’ye doğru,” dedikten sonra gülerek Nuri Conker’e döndü:

“Ben sana demedim mi kaçarız diye. Şimdi, bizim ayrıldığımızdan bunların ruhu bile duymaz. Dönüşümüzde telaşlarını bir düşün! Ne diyecekler Şükrü Kaya’ya, ne diyecekler İsmet Paşa’ya?”

Nuri Conker endişeli, Atatürk keyifliydi. Ta ki; İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın kendilerini bulana değin…
Atatürk ve Nuri Conker

ATATÜRK NURİ CONKER ÖLDÜĞÜNDE HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADI

Atatürk acı haberi İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda aldı. Sabahleyin berber Mehmet kendisini tıraş ederken haberi verince gözleri sulandı, içini çekti ve hiçbir şey söylemedi. Kısa bir süre hüngür hür ağlamaya başladı…

Haber duyulunca sarayda derin bir sessizlik hâkim oldu. Herkes biliyordu ki, Nuri Conker, en yakın arkadaşıydı. Atatürk’ün yaşamında senli benli konuştuğu, şakalaştığı tek isimdi.

Mahalle arkadaşlığıyla başlayan dostlukları, askeri okullar, savaş cepheleri, en son kurulan Türk Devleti; yeni bir cumhuriyetin yoktan varedilişi gibi güç koşullarda sürüp gitmişti…

Numune Hastanesi’nden alınan cenaze 12 Ocak günü top arabasına kondu. Anafartalar Caddesi’ni takiben Ulus Meydanı’na varıldı. Atatürk heykeli önünde bir dakika duruldu.Hacı Bayram Cami hınca hınç doluydu…

Devlet töreninde Atatürk yok; çelengi vardı. Namazı kılındı, helallik alındı, tabut son yolculuğuna çıkarıldı.

Cenaze Cebeci Şehitliği’nde toprağa verildiğinde Atatürk’ten 6 gün hiç kimse haber alamayacaktı. Adeta içine kapanmıştı.

İsviçre’de bulunan manevi kızı Afet İnan’a bir mektup yazdı:

“Hatay üzüntüsüne, Conker’in ölümünün acısı karıştı; bu acının açtığı yaranın derinliğini tahmin edersin…”

17 Ocak 1937

İstanbul’da oturan Nuri Bey gibi çocukluk arkadaşı Asaf İlbay’ın Şişli’deki evine ziyaretine gitti. Geçmişe... Çocukluk anılarına döndüler.

İsmet İnönü ve Sabiha Gökçen de yanlarındaydı. Atatürk bir ara derinden bir iç çekti.

“...Her zaman samimi olalım, bütün duygularımızı samimiliğe, açıklığa ve dürüstlüğe doğru yönlendirelim. İçi başka, dışı başka insanlar vicdan rahatlığı duyamazlar,” dedi.

 

 

 

Yaşar Gürsoy
16 Ocak 2023

Yazarın Diğer Yazıları