Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Muhiddin NALBANTOĞLU

Muhiddin NALBANTOĞLU

Atatürk, Hz. Mevlâna ve İslâm’ı anlatıyor

 

Atatürk’ün Çankaya Akademisi yıllarındaki sohbetleri anlatılırken bir olaydan bahsedilir. Hasan Alil Yücel’den bahsederken Atatürk:
- Çok zeki bir genç... der. Sofrada bulunanlardan birisi hemen atılır:
- Efendim, Hasan Ali Mevlevidir. Babası da Mevlevi’dir kendisi de..
Maksat Atatürk’ün gözüne girmesi ihtimalini sofradaki bazı insanın mutad taktiği ile önlemekti. Fakat atılan adım menfi netice verir. Atatürk:
- Bana hiç bahsetmedi, der Halbuki ben Mevlanayı takdir ederim.
Sofrada bulunan herkes derin bir sessizliğe dalar. Atatürk’ün konuyu nereye götüreceğini kestirmek güçtü Nitekim ortaya bir mesele atar:
“- Mevlevilik nedir?”
Hemen herkes işi başka taraftan alır. Kimisi tekkelerin aleyhinde atıp tutmak için bunu vesile sayar. Kimisi Mevleviliğin tuhaf taraflarına dair hikayeler, anılar nakleder. Sonunda birisi:
“- Efendim, der Mevlevilik ibadete çalgı sokarak, dini gülünç eden ve Müslümanlığı dejenere eden girişimlerden birisidir.
Atatürk muhatabına:
” - Ahmak -der- Aklının ermediği mevzular hakkında konuşma... Mevlana, bilakis Müslümanlığı Türk ruhuna intibak ettiren büyük bir reformatördür. Müslümanlık, aslında en geniş manası ile müsamahalı ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre anlamışlar ve tatbik etmişlerdir. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren bulan ve kullanan, umumi bir hareketsizlik içinde ömür Badiye Arapları için günde beş defa abtest alıp, beş defa namaz kılma, çok ileri bir hareket adımıdır. Hazreti Muhammedin dini, insanları harekete sevketmek esasına dayanır... Sarp dağlarda at oynatan, erimiş kar suları ile yıkanan Türk için, abdest ve namazdan ibaret olan ibadet tarzı, çok hareketsiz kalmıştır. Şamani dininde iken dans eden, şarkılar söyleyen, kopuzlar çalan, şiirler okuyan Türk, namazı az ve hareketsiz bir ibadet saymıştır.
Türkler, Türk itiyadının bu hareketsizliğine karşı harekete geçmesinden doğmuştur. Mevleviliğe gelince, o tamamiyle Türk ananesine Müslümanlığa nüfuz örneğidir. Mevlana, büyük bir reformatördür. Dönerek ayakta ve hareket halinde Allah’a yaklaşmak fikri, Türk dehasının en tabii bir ifadesidir. Bir tarafta güzel bir müzik çalıyor. Diğer tarafta güzel sesli insanlar, ilahiler söylüyor ve ayağa kalkmış güzel kostümlü diğerleri, hayali bir dönüşle ellerini göklere kaldırıyorlar... Bunun estetiği fevkaladedir...
Atatürk’ün Tekkeler konusunda da çok güzel fikirleri vardır. Yine bu konuşmalar sırasında zikrettiği bu konuya da gelecek yazımızda yer vereceğiz.

 

Bir çılgın Türk...

 

Niğbolu’da geçen ve birleşik haçlılar ordusunu kesin bir yenilgiye uğratan Türk zaferinden bir gece evveldi. Niğbolu kalesi yarı kuşatma altındadır. Zifiri bir karanlıktan faydalanan Yıldırım Bayezid düşman hatları arasından geçerek kale önüne gelir. Akıncı Doğan Bey tarafından savunulan kale dibine kadar sokularak bekler. Önce atının kişnemesi, sonra yiğit adamın “bre Doğan... bre Doğan...” diye haykıran davudi sesi karanlıklarda yankılanır. Nöbetçiler kulak kesilmişler bu gür erkek sesi dinlemektedirler. Kahraman adam bir kere daha “bre Doğan, bre Doğan” diye gürler. Nöbetçiler hemen kale kumandanı Doğan Bey’e haber verirler. Doğan Bey mutlaka imdadına yetişeceğine inandığı Yıldırım’ı sesinden tanımıştı. “Bayezid geldiniz mi?” diye bağırdığında, karanlıklara gömülü adam: “Geldik. Zayiatınız var mı? Silahlarınız nasıl? Cephaneniz tamam mı? Maneviyatınız nasıl? diye bağırdı. Doğan Bey ” Ölmedikçe her şeyimiz tamam demektir. “dedi. Yıldırım: ” Sabahın erken saatlerinde savaşa hazır olun. Siz içeriden, biz dışarıdan, ayağımıza gelmiş olan kâfire bir satır atalım. Avımızı kaçırmayalım “ Gerisingeriye ordugâha döndü. Düşman gözcüleri beyazlı bir atlının şimşek gibi geçip gittiğini görmüşlerdi. Ertesi gün şafakla beraber başlayan Niğbolu cengi Türk ordusunun bütün Avrupanın birleşik Haçlı ordusunu kesin bir yenilgiye uğratmış, perişan etmişti. Şavaş alanı binlerce ölü ile dolmuştu.

 

Hazine Nazırı’na verilen cevap!

 

Namık Kemal’e izafe edilen bir fıkra vardır. Bir gün Sadrazamın misafiri imiş. Sadrazamı beklerken içeriden bir konuşmanın kulağına gelmesi üzerine çok hiddetlenir. Bir vergi meselesi konuşuluyormuş. Vükelâdan Hazine Nazırı bir ara ” Millet eş..tir! Bu vergiyi verir.. “ demesi üzerine bir kıta yazıp bırakarak odayı terk eder. O kıta şudur:

 

Ehli mansıpdan biri halka eşek dese, Reddedilmez sözü, Eşoğlu can sıkar Bilmezler mi ki Valiler de sadrazamlar da bu milletten çıkar...

Yazarın Diğer Yazıları