Balkanlarda ikinci Arnavutluk

Bağımsızlığını kutlayan Kosova’daki gösterilerde dikkati fazla çekmeyen görüntülerden birisi de sokağa dökülen halkın ellerinde taşıdıkları bayraklardı. Kosova Cumhuriyeti’nin değil Arnavutluk’un bayraklarıydı dalgalananlar. Etnik sıralamada Kosova’da çoğunluğu oluşturan Arnavutlar için Balkanlar’da yeni bir barut fıçısı olmaya aday bu ülkenin talihsizliği, hem Sırp hem de Arnavut milliyetçiliğinin kutsal toprağı olarak kabul edilmesinde yatıyor.
Sırp Ortodoks kilisesinin 1219 yılında burada kurulması; Osmanlılar’ın Sırpları Kosova ovasında ağır yenilgiye uğratmasıyla Kosova’nın Sırp Faşizmini besleyen tarihsel-mitolojik bir hac yerine dönüşmesi olguları Belgrad açısından katlanılmaz sonuçlar sergiliyor.
Aynı sahte kutsiyet Arnavutlar açısından da geçerli: Arnavut milliyetçilerinin Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ilk örgütlendikleri yer Prizren. Arnavut milliyetçiliğinin tarih tezi ise günmüzden tam 602 yıl önce 28 Temmuz 1389’da Sultan Murad’ın (Hüdavendigâr) Sırp, Boşnak, Arnavut ve Romen askerlerinden oluşan Balkan Haçlı ordusunu yendiği Kosova ovasındaki on saatlik savaşın anılarına odaklaşmıştır. Burada Türklerin “Gölovası” adını taktıkları Kosova’nın matemini tutan bugünkü Balkan devletlerinden Sırbistan şimdi Kosova’yı Arnavutlar’a kaptırmanın öfkesiyle ikinci milliyetçi dalgasını burada yoğunlaştırırken, Slav kimliklerini yadsıyarak, onun yerine mitolojik İlliyarlı kimliğini savunan Arnavutlar da Büyük Arnavutluk projesiyle sarhoş bir durumda Kosova’yı ikinci Arnavut devleti olarak ilan ediyorlar.
Türkiye’nin Kosova Arnavutları’na desteği ise belli bir Balkan stratejisinden çok, Balkanlar’da Sırplar’a karşı Arnavut kartı şeklindeki eski Osmanlı İmparatorluk idari metodlarının yansıması. Üstelik Arnavutlar’ın Müslümanlığı burada Türk karşıtı Arnavut kimliklerini paranteze alıyor. Oysa UÇK bugün hem Kosova’da hem de Makedonya’daki Türk azınlığını da eylemleriyle rahatsız ediyor. Oysa Büyük Arnavutluk projesinin ikinci somut adımı Kosova’nın bağımsızlığı da Balkanlar’da Türkiye’nin çıkarlarıyla pek örtüşmüyor.
Ünlü  “Ölü Ordunun Generali”  romanının yazarı Arnavut romancı İsmail Kadare, “Kosova’ya Üç Ağıt” adlı kitabında, Kosova savaşında Sultan Murad’ın yendiği bugünün kanlı düşmanları Sırp ve Arnavutlar’ın belkemiğini oluşturduğu ordunun savaş hazırlıklarını ve sonrasını çarpıcı tarihsel görüntülerle anlatır. Kadare, kitabındaki “Sultanın Yakarışı” adlı hikayesinde, Sultan Murad’ın Balkanlar’da şehit düştüğü bölgedeki türbesinden dünyayla, kendisiyle konuşmasını anlatır. Hüdavendigâr yaşayan bir ölü, diri bir şehit olarak 600 yıldır kendi kendisiyle konuşmakta ama sesi duyulmamaktadır:
 “Ordu, kurşun bir kap içine konan kanımı ardında bırakıp ölü bedenimle birlikte yola koyulduğunda dünyanın bir daha ses vermemek üzere sustuğu izlenimine kapıldım. Böylece beni bu türbenin içinde başımda gece gündüz yanan bir yağ kandiliyle bırakıp gittiler.”
Sonra büyük Sultan türbesinde monologunu sürdürür:
“Geliyorlar dedim, kendi kendime. İşte benim Türklerim! Ortaya yeni başbuğlar çıkacaktı, yeni vezirler ve onlarla birlikte yeni kuşaklar. Ölümümü halkıma armağan etmeye hazırdım ki, yaklaşanların Türkler olmadığını öğrendim. Kosova ovasında bu kez birbirleriyle kapışan Balkanlılar’dı. Bu kez Sırplar’la Arnavutlar’ın sancakları karşı karşıyaydı; Arnavutlar’ın Katolik haçıyla Sırplar’ın Ortodoks haçı...”
Sultan Murad’ın türbesinde tam 600 yıl kendi kendisiyle konuşmasını anlatan Kadare’nin hikayesi, Türkiye’nin bugün Balkanlar’daki konumunu sergiliyor.

Yazarın Diğer Yazıları