Bazı anılar

Bazı anılar var, aradan ne kadar zaman geçse unutulmaz. Özellikle insanın aşağılandığı veya göz göre göre haksızlığa uğradığı olaylarla ilgili anılar hatıradan silinmez. İkinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllardı. Her şey kupona bağlı. Okulu yeni bitirmişim. Doğru dürüst bir takım elbisem yok. Belediyeler ihtiyacı olanlara gereken kumaşı alabilmeleri için kupon veriyor. Belediyeler karma ve Rum çoğunluk idaresinde. Ben de belediyeye yazılı müracaatla ihtiyacımı duyurdum ve belediye binasına gittim. Belediye binasında kuyruğa giriyorlar. Birkaç kez şikâyet edecek oldum. Sert bir cevap: “Beklesene bre!”. Olacak gibi değil. Yapılan muamele Türk olduğum için! O sırada belediye reisi odasından çıkmış yanımızdan geçiyor. Önünü keserek şikâyetimi yaptım. “Bunca saat bekletilen tek Türk’üm” dedim. Alayımsı şekilde bakarak “Ya, öyle mi? Biraz daha beklersen ne olur?” kabilinden bir şeyler söyleyerek çekip gitti. “Beklesene bre” diyen memurun alaylı bakışlarını ve en sonunda kuponu verirken yüzündeki aşağılayıcı ifadeyi bugüne kadar
unutamadım.
Yıllar sonra avukat olarak memlekete gelmişim. Küçük Anglia bir araba aldım. Sürüş ehliyeti için imtihana girdim. Rum polis çavuşu iki kez “Git ve yine gel” dedi. Hal ve tavrı itici. Meslektaşı, Fox lakabı ile bilinen Türk polis duruma müdahale etti ve ikinci imtihanı o yaptı. Fox’un söylediğine göre beni geçirmeyen çavuş koyu bir Türk düşmanı; Türklere eziyet yapmaktan zevk alan biri. Çavuşun tavrını hiç unutamadım. Yüzünüze bakmadan, sert veya alaycı bir şekilde konuşan. İkide bir şöyle yap, böyle yap talimatını verirken “bre” kelimesini bol bol kullanan itici bir kişi. “Ben senden üstünüm” diyen bir tavır. Unutamazsınız.
Aradan yıllar geçti. Ben savcı olmuşum, çavuş da emekli olmuş araba sürüş ehliyeti veren bir okul açmış. Baf’ta önemli bir davada müdafaa tanığı olarak karşımda. Sanık Afrika’dan gelip Baf kasabasına yerleşmiş zengin bir Rum; kendisinden çok genç güzel bir kız ile evlenmiş; eşinin bir sevgilisi olduğunu keşfetmiş, bu yüzden hem eşi ile hem de sevgilisi ile tartışmalar, kavgalar ve öldürme tehditleri var. Aşk devam ediyor ve bir gün öfkeli koca, eşinin sevgilisini arabası ile ezip öldürüyor. “Uzman tanık” olarak müdafaa adına gelen çavuş da bu olayın bir kaza olduğunu kanıtlamak için binbir dereden su getiriyor. Saatlarce süren bir çapraz sorgulamada “uzman çavuşun” gerçekleri saptırdığı gün ışığına çıkıyor ve öfkeli koca gereken cezaya çarptırılıyor. Davadan sonra koridorda karşılaştığım çavuş “Denktaş bey beni çok sıktın” diye sitem edince, “Şoförlük imtihanında senin beni sıktığın kadar değil her halde” dedim.
Hükümetle Kilise arasında bir dava var. Başsavcı Tornaritis Başpiskopos’u ziyaret edecek. Beni de yanına alıyor. Makarios bizi karşılıyor. Masa etrafında yerlerimizi alıyoruz. İkram safhası geliyor. Herkes içeceği kahvenin siparişini “şekerli, sade, az şekerli” olarak veriyor. Makarios, siparişleri alan genç papaza “Benimkini biliyorsun; başsavcının ne istediğini de işittin. Gerisini kaynat getir” talimatını verdi. Kahveler getirildi. Ben önüme konan kahveyi içmedim. Kalktık gidiyoruz. Makarios “lütfetti” ve “Kahvenizi içmediniz” dedi. Cevaben “Teşekkür ederim, ancak o benim kahvem değil, sizin ısmarladığınız kahvedir” dedim. Tornaritis, dışarı çıktığımızda “Rauf, papazı zor durumda bıraktın” diyecek oldu. Halbuki beni adam yerine koymayan Makarios’un kendisiydi. Ben kişiliğimi korumak zorunda bırakılmıştım. Bunlara benzer hatıralar çoktur. Bunlardan ne çıkar diyemeyiz, çünkü bunlar bir üst ırkın davranışlarıdır. Gün gelir “alttaki ırkı” topyekün ortadan kaldırma hakkını kendinde gören bir üst ırkın!

Yazarın Diğer Yazıları