Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ahmet B. ERCİLASUN

Ahmet B. ERCİLASUN

“Bir çocuk babasından müsaade almadan misafir çağırabilir mi?”

“Bir çocuk babasından müsaade almadan misafir çağırabilir mi?”

Çocuk, Özbeklerin ünlü şairi Çolpan’dır. Hani şu “külgen başkalardır, yığlagan men men / gülen başkalarıdır, ağlayan benim” mısraının ünlü şairi. Henüz 15-16 yaşlarındadır. Misafir, Zeki Velidî’dir, 24 yaşındadır. Soruyu soran, Çolpan’ın babası, tüccar Süleyman Ağa’dır.

Yıl 1914. Savaş henüz başlamamıştır. Zeki Velidî, Kazan’dan Türkistan’a gelmiş, ilmî araştırmalar yapmaktadır. Genç Çolpan, Zeki Velidî’ye bir mektup yazmış, onun tarih kitabından ilham aldığını, takdirkârı olduğunu belirtmiş ve Endican’daki evine davet etmiştir.

Zeki Velidî, mektubu yazanın henüz bir çocuk olduğunu bilmediği için, muhtemelen saha araştırmalarında yardımı olabileceğini de düşündüğü için, arkadaşı Nezir Türekul ile birlikte davete icabet eder. Fakat Çolpan’ın babası Süleyman Ağa onları soğuk bir yüzle karşılar ve yukarıdaki soruyu sorar. Üstelik Çolpan da o sırada evde değildir.

Misafirler, “Öyleyse biz bir otele gidelim.” derler. Süleyman Ağa, “O hâlde yemekten sonra gidersiniz.” der ve yemeğe otururlar. Zavallı Çolpan da babasının bu tutumuna karşı bir şey söyleyemez.

Zeki Velidî’nin Hâtıralar kitabından takip edelim:

“Yemek esnasında biz babasiyle konuşurken o da (Çolpan da) yanındaki arkadaşı ile konuşuyordu, buna babası kızdı. Ben ise Mevlânâ’nın bir sözünü, ‘gerçi bülbülân guzînend – mürgân-ı diğer xâmuş ne neşînend’, yani ‘bülbüller güzide kuşlar ise de o öterken başka kuşlar da susmuyorlar’ dedim. Zeki adammış, bundan çok hoşlandı ve bize karşı çok soğuk olan Süleyman Ağa, fikirlerini hemen değiştirdi ve ‘siz artık oğlumun değil, benim misafirim olacaksınız’ dedi. Otele gitmemize müsaade etmedi.”

Zeki Velidî, Türkistan’da pek çok tanınmış kimseyle bu seyahatinde tanışmış olduğunu hatıralarında yazar. İşte Abdülhamid Süleyman Çolpan ile de böyle tanışmıştır. Birçok önemli yazma eseri de Togan bu seyahati sırasında bulmuştur.

Peki 24 yaşındaki Zeki Velidî, Farsçayı ne zaman ve kimden öğrenmiştir? Hâtıralar’dan izleyelim:

“… hapse atıldığım, okunacak her şeyden mahrum edildiğim vakit en çok annemden öğrenmiş olduğum şiirleri ve Yesevî’nin ‘Şeb-i Yeldâ’ unvanlı münacatını okurken üzerimde annemin tesirinin ne kadar mühim olduğunu gördüm. 1944 hadiseleri zamanında babamın hatıraları çoktan unutulmuştu, fakat annemin hayâli ‘hafaza ferişte’si denilen melek gibi yanımda bulunuyordu… Anneme bunları kim öğretmiştir, bilmem… bunlar başlıca Attar’dan, C. Rumî’den, Nevayi’den, Yesevî’den, Sufî Allahyar’dan derlenmiş parçalardı.”

Yalnız hapishane yıllarında değil Zeki Velidî’nin melek annesi, müşkül anlarında da onun yanındadır. Bu hatıralar “yüksek kültür”ün ne olduğunu da bize gösteriyor. 20. yüzyılın ilk onlu yıllarında böyle bir yüksek kültür, Osmanlı aydınlarında da Türkistan, İdil-Ural ve Azerbaycan aydınlarında da vardır.

Büyük tarihçimiz Togan, Çolpan’la tanışma hikâyesini şu satırlarla bitiriyor:

“Ben annemden öğrendiğim Farsçadan bu senelerde ne kadar istifade ettim. Her vakit annemi içimden şükranla yadettim. Süleyman Ağa’nın kendilerinden ayrılırken uğurlayarak bana armağan ettiği kumaşları anneme götürdüm.”

Türklük o ruhlara çok şey borçludur.

Yazarın Diğer Yazıları