Bir çözümleme yaparsak...

Fikir ve düşünce yazılarını severim. Gazete köşe yazarları arasında bu düzeyde pek yazı çıktığı söylenemez. Gerçi gazete popüler kültürün ürünüdür. Anlıktır. Bilgiyi haberleştirir, köşe yazarlarıyla günübirlik üretir, satar ve tüketir. Ancak özellikle kitap okuyamayan okuyucu için zaman zaman büyük düşüncelerin de yazılması gerekir. Az da olsa birinin onlardan söz etmesi, sığ alan derinliğinden okuyucuyu kurtarması gerekir.

Şu sıralar Türkiye sığ alan içinde boğuluyor. Tam bir kısır döngü içindeyiz. Hep benzer konunun etrafında dolanıp duruyoruz.

İktidar ve medyasının, CHP bağlamında Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden sürekli çarpıtmaya dayalı haber, yorum ve köşe yazılarıyla taraftar yarattığı, yarattığı bu taraftar kitleyi bloke ettiği bir gerçektir.

İktidar ve medyasının ikinci yoğun çalışma alanı, özellikle İYİ Parti ana hedef olmak koşuluyla SP, DP, GP, Deva partilerine yönelik HDP üzerinden "Kandilden emir alıyorlar" ana fikrine dayalı yoğun haber, yorum ve söz bombardımanıyla, geniş kitleleri etkileme ve yönlendirme yapıyor olmasıdır.

Uzmanlar bilir. Öğrenmede temel kural şudur: Sürekli tekrar, öğrenmeye yol açar. Kalıcılığın sağlanması için tekrar zorunludur. Bu sebeple iktidar ve medyası ne yapıp edip benzer olayları hem tekrarlar ve hem de tartışma konusu yaparak pekiştirme yoluna gider.

Mümkünse aralıklı sık tekrar yapılmalıdır. Böylece öğrenme unutulmaz ve kalıcı hale gelir.

Bu açılamalardan ve tespitlerden sonra gelelim fikir yazılarına. Şüphesiz fikir yazıları ve bizzat fikrin kendisi, insanların zihin dünyasını kaplar ve dünya görüşü haline gelerek, etkili olduğu beyinleri ve zihinleri yönetir. Bu sebeple ideolojiler, bir yandan kalıp yargılar yaratarak beynimizi ele geçirir ve bizi yönetir, bir taraftan da özgürlüğümüzü ve hatta bazı kereler doğruları görmemizi engeller.

Ne yapacağız?

Fikirsiz ve ideolojisiz mi kalacağız?

Hayır!

Elbette fikirlerimiz ve ideolojilerimiz olacak ama eleştirel düşünme becerisi kazanarak, değişen dünyayı, kalıp yargılarımızı gözden geçirerek, hataları ayıklayacağız.

İşte tam bu noktada önemli bir düşünce yargısına dikkat etmenizi isteyeceğim bir yazı çıktı karşıma.

Gazeteleri tararken Yenişafak Gazetesi yazarlarından Yusuf Kaplan''ın, tekrara düştüğü Batılılaşma konusunda okuyucuya sunduğu yazıyı gördüm.

Türkiye''nin Batı ve İslâm''la ilişkisinin "simülatif ve konjonktürel!" olduğunu yazan Kaplan, "Simülatif yani sığ, sahte ve yüzeysel. Konjonktürel yani esen rüzgârlara göre şekil alıyor. O yüzden Batılılaşma sorunu ile yüzleşemedik biz. O yüzden Müslümanlığımızın kalitesini konuşmadık, tartışmadık hiçbir zaman" diyor.

Acaba öyle mi?

Sebep Batı''yla ilişkilerimizin konjontürel olmasından mı yoksa başka bir şeyden mi?

Yazar, kendince bir çözüm üretmiş ama koskoca İslam dünyasının ve özelde de Türkiye''nin gerçeğini açıklamakta yeterli değil. Batı ile sorunumuzun temelinde konjonktür (anlık dönemsel gelişmeler) değil çok daha derin ve dip sorunlar var.

Her şeyden önce Batı''nın geliştirdiği modernleşme, Batı''nın değil, bizim sorunumuz. Batı''nın sorunu, kendi toplumlarında karşılaştıkları, bilim ve teknolojinin yarattığı sanayileşme ile ortaya çıkan sosyal gerçekler. Bizim sorunumuz, geri kalmışlığımıza çözüm üretememek ve bunun sonucunda Batı''ya mecbur kalmaktır.

Başka çaremiz yoktu. Çünkü kendi modernleşmemizi yaratacak sosyal dinamiklerden yoksunduk.

Çünkü, bilimi, dinî bağnazlar yüzünden 12.yy''ın ortalarından sonra yavaş yavaş terk ettik. Dolayısı ile teknoloji üretmemiz mümkün değildi.

Felsefeyi, gene dinî bağnazlar yüzünden hayatımızdan kovduk. Böylece düşünceyi öldürdük.

İslam''ı bizzat fıkha boğdurduk ve ulemanın dinî yorumlarını nass yerine koyarak sürekli tekrarını din sandık.

Daha vahimi teknoloji üretmeyi (özellikle fen ve astronomi alanında) Allah''a şirk koşmak olarak tanımladık. 1578''de gözlem evini bombaladığımızı hatırlayalım.

Batı, İslam dünyasından yaptığı bilimsel çevirilerle Rönesans sonrası, Hristiyan teolojisini bilimsel alanın işine karıştırmayarak, bugünkü yükselişi ve İslam dünyasına üstünlüğü kurdu.

Ve halen daha Batılılaşmanın tepeden geldiğini söyleyerek aşağıdan gelmesi için kaç yüz yıla ihtiyacımız olacağını hiç hesap edemediğimizin farkında değiliz.

Toparlarsak, içinde bulunduğumuz çarpık siyaset ve onun gerisindeki ideolojik akıl ya da akıllar, işte bu "modernleşme/Batılılaşma" formunun çözümlenememesinde gizli.

Yazarın Diğer Yazıları