Bu öfke hepimizi yakar!

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın G20 zirvesi öncesi "Suriye ateşine odun taşıyanlara" gönderdiği "bu ateş sizi de yakar" mesajı önemli. Ancak ateşin bizim üzerimizden yayılacağını unutmamak gerekir.

Muhatapları bu sözleri bir uyarı mı yoksa tehdit olarak mı algılar ve nasıl bir cevap verir ayrı bir konu. Fakat bu alevin kıvılcımları Anadolu'da çok yeri halen yakıyor. Eğer Batı'ya sıçrarsa, iki ateş arasında yine biz kalırız.

Ateşi söndürmek için öncelikle her gün nefret körüğüyle ve ısrarla pompalanan iç harareti düşürmek gerekir. Duymayan, görmeyen, hissetmeyen kalmış mıdır, memleketimde insanlar birbirine öfkeyle bakıyor!

Milleti bir arada tutan değerler lime lime parçalandı. Komşular birbirini şikayet etmeye yönlendirildi, muhtarlar mahallenin ispiyon odağı olmaya teşvik edildi. Sosyal medyada binlerce kiralık ve fanatik trol güruhu topluca küfür, hakaret, tehdit seansları düzenliyor.

İnsanlar horlanıyor, sindiriliyor, hakaret ediliyor, dövülüyor, kadınlar sokaklarda, cansız bedenler araba arkasına bağlanarak canavarca sürükleniyor. İyilik yaptığına ve öğrencilere burs verdiğine gönülden inanan hayırseverler, kadın erkek demeden makul şüpheyle kelepçelenip hapislere tıkılıyor. Üniversite öğrencileri sokak ortasında tokatlanıyor...

Sözde paralel yapıyla mücadele görüntüsüyle yapılanlar bürokrasiyi parti memurluğu haline dönüştürdü. İktidar partisinden referans getirmeyen iş bulamıyor, ihaleler sadece belirli zümreler arasında paylaşılıyor.

Aydınlar bile umudunu yitirdi, medyayı kayyum korkusu sardı, yazarlar yazmayı bıraktı, haberciler hem topluca hem de tazminatsız işten atılıyor, bu diyardan göçmek isteyenler çoğaldı...

Liderin gözüne girmek isteyen karaktersizlerin iki seçeneği vardır:

Ya onu "sen peygamber olacak adamsın", "Allah'ın vasıflarını taşıyorsun" biçiminde övecek ya da liderini eleştirenlere dünyayı dar edecektir.

Hükümetin seçmenin yarısının oyunu alması yanlış yorumlanıyor. AKP'nin 7 Haziran'dan 1 Kasım'a oylarını 9 puan düşürüp ardından yine 9 puan artırması halkın sadece ne kadar yıldırıldığını gösterir. 7 Haziran'da "kaosu seçti" dedikleri millet acaba kurtulmak istediği yönetime niçin geri döndü?

Savaştan kaçan 3 milyondan fazla göçmen nasıl da çaresizce Suriye, Türkiye ve Avrupa arasında dönüp duruyor. Sığınacak yer arayanların yaptıkları seçimler sevgi ile açıklanamaz aksine ehven-i şerri, yani daha az kötüyü tercih etmeye dayanır. Ülkemde ise Suriyelilerden kat kat fazla yılgın kitleler o partiden bu partiye savrulup duruyor.

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, yetkisini aşan öfkeli polisler hakkındaki işlemleri tansiyonu düşürebilir. Fakat öfkenin kaynağı kurutulmadan sonuç alınamaz. "Liyakat yerine sadakati" esas alan devletin zirvesine yaranmak isteyenler saldırdıkça saldıracaktır.

Sözüm hem iktidara hem muhalefete:

Ufkunu, idealini yitiren yönetimler, kimliklerini 'ötekiler' üzerinden kurgular. Düşmanları olmazsa kendileri de olmaz! Bundan dolayı itaat etmeyen herkesi ve her kesimi düşman beller! Başardıklarını sandıkları an aslında bittikleri andır.

En tehlikelisi devlet mekanizmasını kontrol eden iktidardaki kişilik kaybıdır. Elindeki fırsata ve güce rağmen başarılı olamazsa dengesini yitirir, çılgına döner. Kalbi öfkeyle, vicdanı nefretle dolar.

Özeleştiri yapamayan her eleştiriyi ihanet zanneder. Olur da 'dışarıdaki' düşmanı yenerse, bu kez iyi niyetle kendisini durdurmak isteyen yakın çevresine yönelir, sonunda birbirlerini de tüketirler.

Öfke, nefret ve yılgınlık bulaşıcı hastalık gibidir. Bir kere yayılmaya başlarsa kontrolü neredeyse imkânsızdır. Bir gün gelir, her yanı sarar ve sahibini de yerle bir eder.

 

Yazarın Diğer Yazıları