Buruk bir hac

Kurban Bayramı'nın dördüncü günü idrak edilirken, bir hac farizasının daha sonları yaşanıyor.

Her ne kadar; "Harem-i Şerif"teki vinç kazası ve Mina'daki can kayıpları İslam alemini gönülden yaraladıysa da, bir kutsal "hac" daha idrak ediliyor.

Her hac döneminde, kutsal topraklar ve özlemi, insanın gönlünde kıpır kıpır kıpırdıyor.

Geçmişte yaşanan duygu yüklü günler bir bir hissediliyor.

Her yıl, böylesine derin bir özlem içinde kavrulduğumuzu belirtmek icap ediyor.

55 yıllık gazetecilik geçmişimizi zenginleştiren, renklendiren ve manalandıran hac seferleri, hûşu içinde gözlerimizin önünden bir bir geçiyor, gönlümüzde hareleniyor.

Zaten, unutmak hiç mümkün mü?

Tazelenen hac özlemi

Yüce ova, Arafat'ta "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" telbiyesinin, Cebel-i Rahme'den yankılanışına tanıklık etmek, "vakfe"de durmak vardı.

Nur sütunlarının çerçevelediği mübarek belde "Mekke-i Mükerreme..."

"Harem-i Şerif..."

Allah'ın evi "Kâbe-i Muazzama..."

Makam-ı İbrahim, "Safa ile Merve..."

Zemzem çeşmeleri...

Ovaların en ulvisinde, en yüce dağ "Cebel-i Rahme..."

Şeytanların taşlandığı şehir, "Mina..."

Allah'ın sevgili kulu, son ilahi rahmet, Hazreti Muhammed'in kabirlerinin bulunduğu tarihi kent "Medine-i Münevvere..."

Milyonlarca yürekten inanmışın, gönülden âşık olmuşun tek düşünce, tek gaye için toplanışı, kaynaşması...

Burada insanın renginden ötürü hor görülmesi yok...

Burada kölelik, efendilik, zenginlik, fakirlik diye bir ayrım yok...

Burada ulvi bir heyecan var...

...Ve burada her şey, Yüce Allah için...

Kutsal Ova Arafat'tan bahsetmek gerekiyor.

Hazreti Muhammed'in, "Her kim, Arafat'ta vakfede durur, tövbe istiğfar ederse yeni doğmuş gibi, varsa bütün günahlarından arınmış, paklanmış olur" buyurdukları vakfede durmak, genellikle ikindi namazından sonra başlayıp ve güneşin batışına kadar sürüyor.

Sonra da Müzdelife'ye doğru yola konuluyor.

Akşam namazı, Müzdelife'de yatsı namazı ile birleştirilerek kılınıyor.

Meş'ar-ı Haram'a yakın bir yerde, eda edilen namazdan sonra, mercimek tanesinden küçük, nohut tanesinden büyük olmamak şartıyla 70 taş toplanıyor.

Gece yarısından sonra, toplanan 70 taştan 7'si "büyük şeytan"a atılıyor.

Büyük, orta ve küçük şeytanlara en az 49 taş atılırken ve şeytanı sembolize eden dikdörtgen prizma şeklindeki büyük sütunların etrafı, bayramın son günü küçük taşlarla doluyor.

Gün ağarınca, artık Mina'da Kurban Bayramı'nın ilk günü. Müminler bir yandan kurbanlarını keserlerken veya vekâleten kestirirlerken bir yandan da büyük şeytanı taşlamak için faaliyette bulunuyor.

10 Zilhicce'de, mümkünse sabah ve bayram namazı "Kâbe-i Muazzama"da kılınıyor. Müzdelife'de toplanan taşlardan 7'si "Akabe Cemresi"ne gidilerek atılıp telbiyeye son veriliyor.

Bayramın ilk gününde, yani büyük şeytana atılan 7 taştan sonra, saçtan bir parça kesiliyor.

Hac tavafı da yerine getirilmişse ihram'dan çıkılıyor.

Artık hacı adayları, mertebelerin en büyüğüne ulaşarak "hacı" oluyor.

Bayramın son günü olan bugün ise, tekrarlanan şeytan taşlamalarının yanı sıra, "veda haccı" tavafları yapılıyor.

Orta Doğu yanarken

Ne var ki ve ne yazık ki, İslam dünyası mübarek bir Kurban Bayramı'nı daha "buruk" bir şekilde geçirmiş olmanın "elemini" yaşıyor.

Gerçekten de, İslam ülkelerinden bazıları, ya "istilâ altında" ya da "yok olma" tehdidiyle kutsal bayramları geçirmeyi sürdürüyor.

Afganistan'da, Libya'da süren "kanlı oyun", Mısır, Tunus ve Yemen çatışmaların yanı sıra, komşumuz Suriye'de yaşananlar, göçmenlerin trajedisi kutsal bayramlarımıza adeta gölge düşürüyor.

Irak'ı tehdit eden iç savaş ihtimalinin boyutu o kadar "hassas" ki, "mezhep" çatışmasına da dayanıyor.

Özellikle, PKK ve IŞİD gibi kanlı terör örgütlerinin vahşi girişimleri Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor.

Özetle sanki tüm İslam alemi, ateş altında kavruluyor.

Anlaşılan; daha çok ramazanlar, bayramlar, yabancı güçlerin gölgesi altında kutlanmayı veya yaşanmayı bekliyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları