Cehaletin cesareti yahut siyasal İslamcılığın dayanılmaz sefaleti - Kerim Yılmaz

Cehaletin cesareti yahut siyasal İslamcılığın dayanılmaz sefaleti - Kerim Yılmaz
Sandığa gitmediğinde ya da kaybedip iktidarı devretmediğinde olacakları en iyi o bilir...

Siyasal İslamcıların yirmi yıllık iktidarıyla gelinen noktada kırk yıllık geriye gidiş halkı bunaltıp, canını iyice yakınca devletleşen AKP çaresiz kalınca klasik dümenine döndü. Gündem değiştirme telaşıyla futboldaki doldur boşalt taktiği gibi Abdülhamid''çilik oynayarak soyut değerli inanç sömürülü siyasetine bu defa tarih çarpıtmalarını ekledi.
Gündem tuzağına düşmeyelim ancak bunları yazmak ve bilmek zorunluluğuyla kısaca izah edelim. Genel kabulüm şudur: 1-Tarihte olan herşey başka türlü olamadığı için öyle olmuştur. 2-Abdülhamit bizim ümmetçilerin anladığı ve sunduğu gibi evliya değildir. Siyaseten karşıtlarının iddia ettiği gibi gerici-yobaz biri de değildir. Tersine çağı okuyan ve yakalamaya çalışan, eğitime önem veren (müspet bilimler okutan bugünkü üniversiteler olan mektepleri-Darülfünun- çoğaltmıştır), torununun yazdığına göre Saray''da rom içen padişahtır.  

Amcası Abdülaziz''in Saray''da hal''ine şahit olduğundan tüm hayatı boyunca korku ve vesvese içerisinde yaşamıştır. Bu nedenle Yıldız Hafiye teşkilatını kurmuş, baskıcı bir yönetim sergilemiş ve 2.Meşruiyetle devrilmiştir. Öyle fetih yapmış Osmanlıyı büyütmüş, hazineyi doldurmuş, halkı refaha kavuşturmuş falan da değildir.    
Yalan söyleyen tarih utansın yalanıyla İstiklal Harbini keşke Yunan kazansaydı diyen meczup dışında yerli yabancı tüm tarihçiler ve kitaplara göre Abdülhamit döneminde; Tunus, Mısır, Karadağ, Sırbistan, Kıbrıs dahil toplam 1 milyon 592 bin 806 kilometrekare toprak kaybetmişiz. Bugün ''''Abdülhamit bir karış toprak kaybetmedi'''' diyenler ya kör cahil ya da kuyruklu yalan söylüyorlar.

Kaldı ki Osmanlı''da toprak kaybı tâa 1699''da başladı. Karlofça Antlaşması ile Macaristan, Erdel Prensliği Avusturya''ya, Ukrayna ve Podolya Lehistan''a, Mora ve Dalmaçya kıyıları Venediklilere bırakıldı. Sonrasında kayıplar hep devam etti. Önce Mondros'' sonra Sevr''i imzalayanlar da  Osmanlı padişahlarıydı.  Bugünden geriye tarihi değiştirmek imkansız olduğu gibi gerçeği kabul yerine çarpıtma kompleksi de gereksiz.  

Ama bakın bunu diyenin iktidarında 2004''ten bugüne kadar Yunanlılar 20 Türk adasını, vatan toprağını işgal ettiler. Abdülhamid''çi  iktidar sadece seyrediyor ve halktan gizliyor. Ama bu kez sert kayaya çarptı. Tarih hocası olan İYİ Parti genel başkanı Meral Akşener,  dizilerle tarih cehaletine gark olmuşların sataşmalarını tek tek yedirecektir.  

SADAT MESELESİ

Sitesinde şirket olarak kendini aynen şöyle tanımlıyor.   "Uluslararası alanda Silahlı Kuvvetlerin ve İç Güvenlik Güçlerinin organizasyonu amacıyla, stratejik danışmanlık, özel savunma ve güvenlik eğitimleri ile donatım alanlarında hizmet vererek, İslam Ülkeleri arasında savunma ve savunma sanayi iş birliği ortamı oluşturmak ve İslam Dünyasının kendine yeterli bir askeri güç olarak da Dünya Süper Güçleri arasındaki hak ettiği yeri almasına yardımcı olmaktır." Anayasaya bağlı işleyen bir hukuk devletinde tarihi derinliği olan çok güçlü bir ordusu ve güvenlik teşkilatı var iken buna gerek olmadığı açıktır. Öyleyse şirket niye var, ne iş yapar? Perde arkasında gizlenen bir maksadı mı var?

Hemen belirtelim ki SADAT''ın araştırılması için verilen muhalefet önergesi Meclis''te AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Sözcü''nün 2 Ocak 2018 tarihinde manşetten duyurduğu haberinde Akşener, “Ortalıkta üniformalı, elinde uzun namlulu silahlar olan kişilerin dolaştığını” belirtmiş ve “SADAT''ın Konya ve Tokat''ta silahlı eğitimler verilen kampları olduğunu” söylemişti. Ankara Cumhuriyet Savcılığı da Akşener''in iddiasını ihbar kabul edip re''sen soruşturma başlatmış ama sonuç çıkmamıştı.  

Şimdi yeniden gündemde olan SADAT''ın seçim öncesi milis kuvveti gibi kullanılacağı iddiaları, muhalefetin baskılanması ve halkın sindirilmesi amaçlı bir algı operasyonudur. Bilinmelidir ki bir yandan kamu görevlilerinde baskıyla yasadışı işler yapma arzusu azalıyor. İktidarın gidişini gören bürokrasi yarınlarda hesap vereceği kaygısıyla işlemsiz ve eylemsiz kalmaya başlıyor. Öte yandan ekonomik zorlukla boğuşan ahalide durumu için bundan daha kötüsü olmaz düşüncesi yaygınlaşıyor. Böylelikle baskı ve korku iklimi amaçlananın tersine öfkeyi çoğaltıyor.  

Geçen haftalarda gezdiğim sahadaki (K.Maraş ve ilçeleri) izlenimlerim de bu yolda. On günlük geziden sonra bölgeden ayrılırken şimdi mahalle ama eskiden önemli bir kasaba olan Andırın-Tokmak''lıda yolumu kesen gurupla sohbet ederken eski tanıdığım bir muhtarın sözleri de bunu teyit etti. Özetle; reisim eskiden korkuyor ve siniyorduk ama artık korkmuyoruz, konuşuyoruz. Çünkü şimdi hapse atsalar bizi en geç bir yıl sonra kesin çıkacağımızı biliyoruz dedi. Bu algı seçim yaklaştıkça yaygınlaşacak ve halk hakkına hukukuna daha çok sahip çıkacaktır.
Bu yüzden desteğini yitirdikleri halkı Gulyabani hikayeleri gibi SADAT milisleri ya da benzeri oluşumlarla korkutmaları da manası

Bir de tamamen safsata şu laf yayılıyor. Çoğunluğu kaygılandırma ve muhalif davranışı kısıtlama amaçlı olan bu algı da -Tayyip Erdoğan kaybedeceğini görüyor ve biliyor. Öyleyse sandığa gitmez, giderse de Saray''ı terk etmez. Bu da imkânsız bir şey. Çünkü Erdoğan''ın hem içeride hem dışarıda yegâne meşruiyet kaynağı sandıktır. Sandığa gitmediğinde ya da kaybedip iktidarı devretmediğinde olacakları en iyi o bilir. Yani yirmi yıldır iktidardaki siyasal İslamcılığın sefaletine, cehaletin cesareti de çare olamaz.