Çelişkiler ve olumsuzluklar

Bugünlerde herkes Türkiye nereye gidiyor ve nereye götürülüyor sorularının cevaplarını aramaktadır. Türkiye’de olup bitenler sadece iç dinamiklerle ortaya çıkmamakta; dış yönlendirmelerle dışarının uygun bulduğu bir Türkiye şekillendirilmektedir.
Ciddi bir ülkenin devletine ortak aramak için ortaya düşmesi, kendini inkâr etmek için fırsat kollaması ve bunu yeni anayasa yoluyla gerçekleştirmeye çalışması, milli kimliğini yok farz etmesi ve benzeri örneklerle işleyen düşündürücü bir süreç sosyal gelişme midir; yoksa gerileme midir? Bir milleti millet olmaktan kalabalık ve sürü olmaya yöneltmek, farklılıklar üzerinden ırkçılık yapmak, farklılıkları kutsallaştırmak, Türk Milletine mensubiyet şuurunu zayıflatmak, vatandaşlık duygusunu köreltmek, etnik ırkçılığa saplanmak, milli birlik ve bütünlüğü dinamitlemek, milli devleti “Çarşamba pazarı”na çevirmek herhalde sosyal gelişme değildir.
Türkiye’de açık veya gizli bir süreç işletiliyor. Bu süreç sonunda Türkiye nasıl bir Türkiye olur sorusu cevap bekliyor. Açılım açılım dendi; iş skeç konusuna ve komediye döndü. Habur’da ülkeye giriş yapan teröristlerin karşılanması ve yargılanması, 2008 sonrası Oslo’nun -havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez- terörle müzakere merkezi seçilmesi üzerinde çok düşünülmelidir. Oslo müzakerelerini reddeden Sayın Başbakan aksini iddia edenleri şerefsizlikle itham etmiş, MİT müşteşarını koruma altına almıştı. Bugünlerde ise; İmralı’daki katille görüşülebileceğini söylüyor. Bir süre önce Sayın Bülent Arınç teröristbaşının görüşlerinden de faydalanabiliriz demişti. Bunları söyleyen ve yapanlar şehit cenazelerinde birinci safta yer alıyor ve şehit evlerine ziyarette kusur etmiyorlar. Çelişki içinde çelişki sürüp gidiyor.
Ülkenin genel sorunları bazı alanlarda olup bitenleri tartışılamaz ve görüşülemez hale sokuyor. Bunların başında üniversitelerdeki olup bitenler gelmektedir. Üniversiteler bilhassa son yıllarda kaliteli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yetiştirmekten çok; her türlü milli endişeden yoksun, dünya vatandaşları yetiştirmeye dönük bir fabrika halini almıştır. Ülke yararına ileride hizmet verebilecek ve dünyadaki gelişmeleri de takip edebilecek bir insan gücü kaynağı kaybıyla karşı karşıyayız. Bir taraftan teknolojinin sağladığı imkânları kullanabilen, internet yoluyla kaynaklara ulaşabilen bir gençlik kesimi var. Ancak, diğer taraftan, sadece bugünü yaşayan, her şeyi maddiyatla ölçen sadece maddi tatmini ençoklaştırmak isteyen milli sorumluluktan kaçan, neden ve niçin eğitim ve öğretim gördüğünün farkına varamayan yine bir gençlik kesimimiz var. İdealizm yerini basit bir faydacılığa terk etmiş görünüyor. Gençliğe hedef ve ideal aşılayacak programlar ve ders konuları kuşa çevrilerek yağsız tuzsuz bir yemek gibi dersler gencin önüne sürülüyor. Kalite düşüyor, kitaplar okunmaz hale geliyor, konu sadece derslerden geçme ve kalma şekline bürünüyor.
Diğer taraftan, ülkelerin gizli işgalinde yabancı dille eğitim ve öğretim bir araç olarak kullanılıyor. Yabancı dil bir araç olmaktan çıkıp amaç haline dönüşüyor. Şimdi ise Güneydoğu’da bir üniversitenin tıp fakültesinde Kürtçe öğretim yapılması düşünülüyor. Yüksek öğretim yabancılaşma ile bir taraftan küresel rüzgârların etkisiyle milli olmaktan çıkıyor; diğer taraftan etnikliği yücelten, milli birlik ve bütünlüğü zedeleyen, toplumu ufalayıcı bir anlayışa terk ediliyor.
Bir taraftan geleneksel İslam ile çatışan, diğer taraftan, Türklüğü ve milliyeti reddeden etnik taassubu öne çıkaran toplantı ve çalışmaların ağırlık kazandığı görülüyor. Güneydoğu’da bir üniversitemizde bir süre önce cihat fetvalarının tartıştırıldığı görüldü. Emperyal güce teslim olmayı marifet olarak gösteren ve aksi bir durumda  “İslami terör”ün ortaya çıkacağının ima edildiği bir toplantı yapılmıştı. Mardin Artuklu Üniversitesi’nin bu garip faaliyeti, Bingöl Üniversitesi, Hakkari Üniversitesi ve bazı özel ve sözde vakıf üniversiteleri tarafından sürdürülüyor. Bilimsel gerekçeli olması gereken toplantı ve araştırmalar siyasi amaçla kullanılıyor. Üniversite kanunlarında milli kimliği, milliyeti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş amaçlarını dışlayan değişiklikler yapılmıştır. 1750 ve 2547 sayılı Üniversiteler Yasalarını karşılaştırırsak bu farkı görebiliriz. Böyle olumsuzluklar karşısında  “lider ve güçlü Türkiye”den bazı siyasetçilerin bahsetmesi, kendilerine %50 civarında oy veren vatandaşla dalga geçmektir. Acaba vatandaş bunun farkına varabiliyor mu? İşte asıl düşünülmesi gereken konu budur.

Yazarın Diğer Yazıları