Çocuklar yaşayın, yaşayın çocuklar…

Çocuklar yaşayın, yaşayın çocuklar…

Türk''ün bayramıydı dün…

Uykusuz ama ümitvar bir gecenin sabahına uyanmıştım.

"Bir kahve"lik yorgunluktu; içecektim, geçecekti.

Sonrası maniler, niyetler, dilekler, bahar çiçekleri…

Umudum öyle geçmesiydi.

Bunca acının ortasında, bu gönül yorgunluğuyla "festival gibi" olamazdı elbet ama hayatın bir gün bize de "bayram" olacağına dair küçük tatlı sürprizler sunabilirdi "yeni gün" pekala; neden olmasındı?

Hatay''ın gömüldüğü karanlığı aydınlatan lavanta bahçeleri gibiydi içim.

Oğlumu kreşe "Nevruz"u anlatarak gönderdim; çantasında, bugün ekecekleri umutların tohumları; mecaz değil, sahi…

Arkadaşlarıyla toprağı yeşerteceklerdi.

*

Aynı yenilenme, tazelenme hissiyle aldım bilgisayarı kucağıma.

Televizyonu açtım.

Neler yazılırdı neler;

Ankara''da, AK Parti Genel Merkezi önünde yaşanan ve en az Ankara ayazı kadar soğuk o duş ve etkileri…

Mehmet Şimşek''i karşılamaya hazırlanmış kameraların karşısına geçmek durumunda kalan Ömer Çelik''in yüzünün gizlenemeyen "Çarşamba pazarı" hali…

Sinan Ateş suikastının siyasette kırdığı faylar ve yıkılmaya müstahak kaçak yapılar(!)

AK Parti''nin içine pimi çekilmiş, daha patlamadan "kelle almaya" girişmiş 6284 bombasını bıraktıktan sonra ittifak yapmayacağını açıklayan Fatih Erbakan''ın vur-kaçı…

HDP üzerinden birtakım demokrasi turnusolları…

Adaylar malum da ya adaylıktan kaçanlar, yandan yandan sıvışmaya çalışanlar, "üzerine para verseniz olmaz"cılar… Batan geminin hayaletleri!

Çek Destici çek mizanseni; bir tek fotoğraf karesiyle, neden o çizmesiz çocukların kimsesi olamayacaklarını ispat eden siyaset hissizleri…

*

Sonra…

Parmaklarım nereden başlasam hevesiyle gezerken klavyenin harflerinde, aslında nerede bittiğimizi gösteren o birkaç saniyelik video düştü önüme…

Deprem bölgesinde, üstünde birkaç beden büyük yardım eşofmanı, zangır zangır titreyen o ayakkabısız, montsuz çocuğun görüntüleri…

*

Bu ülkedeki her şeyin, bu ülkenin her şeyinin sahibi olduğu iddiasında olanlar, hani her sözlerinin başı "benim" ya; kaynakların da, kurumların da, insanların da hepimizin sahipleri(!), kulluğuna layık görüldüğümüz sahiplerimiz(!) şu görüntüye bakıp da nasıl sahiplik iddialarını sürdürebiliyorlardı hâlâ?

Neydi sahiplik ettikleri; bu amansız çaresizlik mi?

Ne gurur verici!

*

Kılıfına uysa da uymasa da, kağıt üzerinde kendilerini bütün kudretin sahibi haline getirenler, kendilerini, daha bir çocuğu ısıtmaktan aciz olduklarıyla yüzleştiren o görüntüleri görüp de nasıl bir güç vehmedebiliyorlardı hâlâ kendilerine?

*

44 gün ve 44 gecedir kendime sorup durmaktan alamadığım bütün o klişe ama sahici, gerekli vicdan sorgulamaları:

Devlet anaysa…

Devlet babaysa…

Evlatları aç ve açıktayken onlar tok ve tam ortopedik artı anti stresi artı anti alerjik artı bütün konfor unsurlarının voltran oluşturduğu sıcak yataklarında, nasıl başlarını yastığa koyuyorlardı…

*

Ben soğuktan nöbet geçiren yahut geçirmeye ramak kala olduğu aşikâr o çocuğun titreyen ellerini, titreyen ayaklarını, titreyen çenesini gördüğümde ilk şunu sordum kendime;

Ya hasta olursa?

Titreyen o ellerinden tutacak bir annesi, babası var mı acaba?

Birkaç iyi abinin getirdiği o mont, giydirdiği ayakkabı da önemli tabii ama korku mont giyince geçebilen bir şey mi?

Bakışlarındaki o boşluğa yeniden anlam katacak, onu yeniden "çocuk"laştıracak, o minicik bedenini dünyanın en ağır yüklerinin altından çekip çıkaracak bir dalı kaldı mı; sarılacağı, sığınacağı?

Velev ki kaldı; o dalın saracak, sarmalayacak gücü, kuvveti var mı?

*

Acaba şimdi nasıl; o nöbeti havaleye yahut hipotermiye dönmeden atlatabildi mi?

Ateşi çıktı mı?

Çıktıysa düştü mü, nasıl düştü?

İlaç var mıydı?

Doktor var mıydı?

Gece uykudan sıçradığında sesini duyan var mıydı?

Terli atletini değiştiren?

Değiştirebilecek bir ikinci atleti var mıydı?

Bir lokma bir hırkadan gayrısı ulaştı mı; "beslenme" imkânı var mı?

Az biraz da olsa vitamin alabiliyor mu?

*

Seçim atmosferine teslim haldeki Ankara''da günlerdir süren ve haftalarca da sürecek olan "çok yüksek siyasi hareket/hamleler"in hiçbirinin o çocuğu ısıtmayı başaramayacağını, koşa koşa gidip bütün gücümle ona sarılsam onun gibi bir başkasının üşümeye devam edeceğini bilerek yattığım için haram herhalde bir türlü dalamadığım uykularım…

Uykusuzum…

Ve bir kahvelik değil bu defa…

Bu ülkenin bütün çocukları ısınmadan…

Bu ülkenin bütün çocukları benim çocuğum kadar doymuş olmadan; tek yemeye, içmeye değil, sevgiye, şefkate, güvene, ümide de…

Bu ülkenin bütün çocuklarının yaraları sarılmadan…

Bu ülkenin bütün çocukları travmalarından kurtulmadan…

Bu ülkenin bütün çocukları iyileşmeden, iyi olmadan…

Uyumak haram…

Ve sanki "daha büyük dertler"miş gibi yazmak, konuşmak da başka şeyleri.

*

Çok özür dileyerek, artık kalmadığını düşündüğüm yaşlarımda boğulma ve o çocuklara derman olabilme dermanını arama hakkımı kullanmak istiyorum bugün…

İsyanımı "yazı" niyetine okursanız ve paylaşırsanız ve derman olma gayretinde ortaklaşırsanız; ülkemiz kazanır.

Yazarın Diğer Yazıları