Dimyat'a pirince giderken…

Dimyat'a pirince giderken…

Bugün seçim olsa, iktidarın el değiştireceği aşikar.

Bugün seçim olsa, AK Parti''nin sandığa gömülmesi işten bile değil.

Bugün seçim olsa, Türkiye Cumhuriyeti''nin 13. Cumhurbaşkanı "Millet İttifakı''nın adayı" olacak; net.

Bunların tamamı popüler deyişle toplum tarafından "satın alınmış", artık birer "ön kabule" dönüşmüş durumda.

*

Keza…

Yazarlar yazamazlar orasını bilemem, ama TBMM''de AK Parti kulislerine kulak kabartıp da, iktidar milletvekillerinin kapıldığı "2002 sendromu"ndan haberdar olmayan kimse yoktur herhalde.

2002''nin sembolik karşılığı, "Tek başına iktidara gelmiş olmaları" değil artık AK Partililer için; seçime iktidarın büyük ortağı olarak giren DSP''nin yüzde 1 küsurlarla siyasi tarihe gömülmekle karşı karşıya kalmış olması, ikinci büyük ortak MHP''nin yüzde 8 ve ANAP''ın da yüzde 5''le TBMM dışında kalması. DYP''nin TBMM''deki 85 sandalyesini de bir gecede kaybetmiş olması.

Seçmenin ama yılgınlık, ama arayış, ama öfke ve cezalandırma duyguları içinde imza attığı o sessiz devrim(!)

Kişi kendinden bilir;  bu havayı tanıyor, biliyor, dolayısıyla da istikballeriyle ilgili kaygı duyuyorlar.

*

Gelgelelim…

 "Bugün" seçim var mı?

Yok.

24 saatte ters yüz edilmeye alışık ülke siyasetinde, siyasi partilerin bugün cepte olan oylarını yarına taşıyabileceklerinin garantisi var mı?

O da yok.

Muhalefetin "bugün seçim olsa" ulaşıyor olduğu sonuçlara yarın da ulaşabilmesinin en temel şartı "bugünkü kazanımını" koruyabilmesiyse eğer; ki öyle.

Naçizane gözlemim; bir kısım muhalif aktör ateşle oynuyor!

*

Bayram vesilesiyle kendi siyasi/ideolojik fanusundan çıkıp da, aile çevresi olur, dost meclisi olur; farklı görüşlerdeki insanların içtenlikle konuşabildiği herhangi bir ortama giren hemen herkes işitmiştir böyle cümleleri:

- Ben Erdoğan''a veririm…

- Gider Erdoğan''a veririm…

- Erdoğan''a basar geçerim…

Bu tepkisel cümlelerin bir başı ve sonu var tabii;

- x kişi aday olursa…

- AK Parti''den hiçbir farkı olmayacaksa…

- Aynı şeylere yaşayacaksak…

- İsimler dışında bir şey değişmeyecekse…

Gibi… Gibi…

*

Yüzüp yüzüp de kuyruğuna gelinen bir mücadelenin sonunda ve mevcut iktidarın ülkeyi sürüklediği bataklığa boğazımıza kadar batmış haldeyken, muhalefeti cezalandırmak, muhalefetin aklını başına getirmek üzere iktidara "bugünü de arattıracak" yolu açmak akıl kârı görünmese de, onaylanabilir olmasa da, anlaşılmaya muhtaç.

Zira muhalafet bu ruh halinin kaynağını anlamaya yanaşmaz, muhalif seçmenden yükselen itiraz, endişeyi duymaz, "seçmen"i, iki muhalif ekranı ele geçirmiş bir grup eski AK Parti işbirlikçisinin tariflediğinden ibaret varsayarsa, hiç hesapta olmayan küçük tatsız sürprizlerle karşılaşabilir sandıkta.

Dimyat''a pirince giderken, bir bakmışsın eldeki bulgur; pufffff, buhar olmuş!

*

İki gündür çok tartışılan bir fotoğraf var biliyorsunuz; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu''nun, bayram boyunca devam eden Doğu Karadeniz gezisini takip etmek üzere davet ettiği kimi gazeteci ve kimi gazeteci görünümlü çok amaçlı elemanlarla verdiği otobüs pozu.

Bu yazının motivasyonu o fotoğraf  oldu; ancak o fotoğraftan bağımsız olarak da, hanidir böyle bir -amiyane tabirle- "kurulma" durumu var muhalif tabanda.

*

Bu ülkenin adaletle yönetilmesinden yana olan hiç kimse için, mesele, sığlaştırıldığı gibi, "Erdoğan''ın uçağından inip de İmamoğlu''nun uçağına binme" değil bir kere.

Kimse çarpıtmasın.

Gazeteci, Cumhurbaşkanı''nın da gezisini takip eder, Büyükşehir Belediye Başkanı''nın da, herhangi bir parti genel başkanının da…

Aynı şekilde bir büyükşehir belediye başkanı, yahut hangi siyasi, mülki, idari ünvana sahipse o nevi makamdaki biri, kendisini destekleyip, desteklememesine bakmaksızın, "ayırmadan" herkesi davet edebilir gezisine, açılışına, toplantısına neyse; etmelidir de…

Böyle "saklı seçilmiş" algısı yaratmadan; ayırt etmeksizin "Bütün Ankara temsilcileri", "Bütün Genel Yayın Yönetmenleri", "Bütün Başyazarlar", "Bütün İBB muhabirleri", yahut "CHP muhabirleri", yahut "İYİ Parti muhabirleri", yahut "Parlamento muhabirleri"

Veya ne bileyim "Evvelce böyle bir talepte bulunmuş olan gazeteciler, yazarlar, yorumcular"…

"Her basın-yayın kuruluşundan kendi belirlediği bir temsilci"

Hepsi olur; bir "ölçü" konsun yeter ki ortaya.

*

Bu fotoğrafın, Türkiye muhalefetinde "AK Parti gibi olacaksa…" algısı, öfkesi oluşturmasının temel sebebi, kareye girenlerin bir kısmının "AK Partili" veya "eski AK Partili" isimler oluşu değil; iktidarı adına hatırlayacağımız ne kadar utanç sayfası varsa, tümüne de gururla imza atmış isimler olmaları.

Sayısız yalana, iftiraya, haysiyet cellatlığına, lince gözlerini kırpmadan ortak olmuş olmaları…

Haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin zulme varan boyutlarda yaşanmasına alkış tutmuş olmaları…

Adlarının "gazetecilik"le değil "tetikçilik"le, "yargısız infaz"la, "operasyon çekmek"le, "maşalık"la özdeşleşmiş olması…

Geride kalan 20 yılın, yardım, yataklık, iltisak filan değil tabiri caizse "cürüm ortağı" olmaları…

Yoksa yandaşlık yahut muhaliflik değil konu.

Konu, bu kişilerin boyunlarına asılacak son yafta bile "gazetecilik" değilken, bir grup muhalif siyasi aktörün, hâlâ ve ısrarla bu kişileri "gazeteci" sıfatıyla muhatap alarak, meşrulaştırmaya çalışması.

Meşruiyet kazanmasını beklediğimiz "kumpas düzeni" olsaydı; muhalefetle ne işimiz vardı?

Yazarın Diğer Yazıları