DİZİ -3- Yunanlılar ve Türkler - Ya 'Kürdüm' diyeceksin ya Hristiyan olacaksın!

DİZİ -3- Yunanlılar ve Türkler - Ya 'Kürdüm' diyeceksin ya Hristiyan olacaksın!

Kaçak anlatıyor: Vaftiz olacaktım. Anneme tele­fon ettim. Annem: ''Seni evlatlıktan reddederim.'' dedi

Kaçak "Ali Şen" kızın ismini koluna dövme yaptırmıştı. Sol kolunu açtı gösterdi. Kocaman "Katerina" yazıyordu. Hikâye yeni bir mecraya girmişti.

-Kız senin Türk olduğunu biliyor muydu?

-Biliyor. Kızın babası papaz. Üç kardeştiler. Kar­deşlerinden biri rahip, biri de rahibe idi. Katerina ile ev­lenmeye karar verdik. Konsolosluğa bekâr olduğuma dair kâğıt istemeye gittim. Müracaat tarihinden beri 14 ay geçti, cevap gelmedi. Konsolosluktan: "Senin hakkında bilgi geliyor, ancak bekârlık kâğıdı gelmiyor." dediler. Hâlbuki ekspres yollamıştım. Diyarbakır nüfusu işlemi yapmış, ancak konsolosluk henüz bana vermedi.

-Nişanlın papazın kızı imiş. Nasıl izin verdi?

-Papaz bana Hristiyanlığı teklif etti. Hristiyan olmam için çok ısrar etti. Altı-yedi defa kiliseye gittim, geldim. Hatta vaftiz olacaktım. Diyarbakır''a anneme tele­fon ettim. Annem: "Seni evlatlıktan reddederim." deyince vazgeçtim. Papaz: "Sonra sen öğrenince kendiliğinden gelirsin." dedi.

-Nerede kalıyorsun?

-Bir yıldır papazın evinde kalıyorum. Papaz ba­na 1 milyon 700 bin drahmi verdi, aileme gönderdim.

-Nasıl çıkardın parayı?

-Aracılarla. Aracılar kendilerine verilen parayı yerine ulaştırıyorlar, sonra gelip alıyorlar.

-Aracı ne kadar çekiyor içinden?

-Yüzde 20.

Bütün bu anlatılanları önce hiç duymamıştım! Duymadığım daha neler vardı! Diğer kaçaklarla da konuştukça pek çok konu aydınlanacak, Türkiye''den kaçı­şın ne anlama geldiği anlaşılacaktı.

-Nişanlın ne iş yapıyor?

-Katerina bir pastanede çalışıyor. Ayrıca okula gidiyor, öğretmen olacak.

-Sen şimdi ne iş yapıyorsun?

-Bir iş yapmıyorum. Bana Katerina bakıyor. Şu ayağımdaki pantolonu bile Katerina aldı.

"Ali Şen" Van''ın Erciş ilçesi Alparslan Öğretmen Lisesi 3. sınıfını terk etmiş. Nikâh kâğıtlarının gelmemesi­ne çok içerliyor. Bana soruyor:

-Devlet bunu bana yaptıktan sonra PKK''lı olsam suçum ne? Madem ayırım yapıyor, bana niye Türk kimli­ği veriyor? Gidip bir iki asker öldürürsem beni suçlamasınlar.

 

İntiharı bile düşündüm

 

Diyarbakırlı kaçağın isminin takma olduğunu öğ­reniyorum. "Ali Şen" bir "Kürt" komutanının adı imiş. Diyarbakırlı genç buraya gelince arkadaşları -bunlar PKK''lı- bu ismi almasını uygun görmüşler. Hatta benim "Ali Şen"i bilmememi büyük bir "cahillik" olarak gördü­ler. Akşam bir kitap getirecek ve "Ali Şen"in kim oldu­ğunu ben öğrenecektim.

"Ali Şen" bana Türkiye''de ailesinin telefonunu verdi. Onları arayacağıma söz verdim. (Sözümü yerine getirdim. Ancak ya yanlış telefon verdi ya da ailesi ora­dan ayrılmış. Kan davasından başka yerde oturduklarını daha önce söylemişti.)

"Ali Şen"in yanında daha genç görünen diğer ka­çağa dönüyorum.

-Evet, seni dinleyelim.

-Ercişliyim. Çalışmak için Bodrum''a geldim. İki ay işsiz, aç Bodrum''da dolaştım. İki mesleğim vardı; hem sıvacı, hem de camcıydım. Vanlı olduğumu öğren­diklerinde: "Kürt''sün, sana iş yok." diyorlardı.

Emin''e böyle söyleyeceklerine ihtimal vermediği­mi belirttim, yemin billah etti, eğer Türkiye''ye giderse Bodrum''a gidecek "Kürt''sün" diye işe almayanların dükkânını tek tek gösterecek!

-Ne yaptın sonra?

-İntiharı bile düşündüm. Bu sırada dört arkada­şım kaçmak istemiş, sahil güvenlik yakalamıştı. Yakala­nan arkadaşlarımın ikisi Türk, ikisi Kürt''tü. Jandarma Kürtleri dövdü, Türkleri dövmedi! Bu arkadaşlardan bir Türk ve iki Kürt''le birlikte kaçmaya karar verdik. Bod­rum Turgut Reis''te 650 bin liraya bot satın aldık. Oradan Kos''a geçtik. Milletlerarası, sularda bot patladı. Hemen fark etmedik. Bir arkadaş patlak yeri tuttu. Ben soyun­dum, denize atladım, Kos''a doğru yüzmeye başladım. Fa­kat akıntı vardı, gidemedim. Tekrar bota bindim. Yunan balıkçıları çağırdık, yardıma gelmediler. Güç belâ Kos''a varabildik. Askerler bizi yakaladılar. Beş gün ne­zarette yattık. Kürt olduğumuzu, bize Türkiye''de başka türlü baktıklarını söyledik. Bizi mahkemeye çıkardılar. "Gerçekleri" anlattık. Aradık, iş bulduk.

Elimdeki telefon numarasını bizim kaçaklara, gös­teriyorum.

"Biracı" Ârif telefon defterini çıkarıyor, bakıyor, aynı telefon onda da kayıtlı. Yer bir kahvehaneymiş.

 

Misafirperver kaçaklar!

 

"Ali Şen" ve Emin''e veda ediyoruz. Ali''nin ve Emin''in konuşmalarından çıkardığım kadarıyla, Atina''da yuvalanmış PKK ile ilişkileri vardı. Eylemlerine katılıp katılmadıklarını bilemiyorum, ancak devleti suçlayıcı ta­vırları, bölücü örgüte sempati ile baktıklarını gösteriyor­du.

Aynı zamanda misafirperverdiler. Karnımın aç olup olmadığını bile sordular. Çay-kahve paralarını ben ödemek istedim, ödetmediler. Hepsinin parasını Ârif ver­di.

Ârif koluma girdi: "Sana çok şey anlatacağım abi, seni Allah gönderdi." diyor, başka bir şey demiyordu. Dışarı çıktık.

-Abi, şimdi seni Omonya''ya götüreceğim. Şu yukarıda. Asıl orası Türklerin merkezi. Bütün kaçak Türkleri Omonya ve Vati''de bulursun.

Yolda Ârif''in bir arkadaşına rastlıyoruz. Adı Coş­kun. Coşkun da akşamdan kalma. Başını zor tutuyor. Ku­mar oynamış kaybetmiş, bir taraftan da içmiş. Ârif hemen beni tanıştırıyor:

-Gazeteci abimiz! Abimizi Allah gönderdi!

Coşkun da bize katılıyor. Coşkun, bu kaçakların en eskisi. 10 yıldır Yunanistan''da. Türkçeyi konuşurken zorlandığını fark ettim. Onun hikâyesini daha sonra dinle­yeceğim.

Bu kaçaklardan bir daha kaçmaya "tövbe" ettire­cek bilgiler alıyorum.

İşte meşhur Omonya Meydanı. Meydanda metro yapım çalışmaları sürdüğü için orta kısmı çevrelenmiş. Meydanın etrafı gazete bayileriyle dolu. Meydanın altı da çarşı. Bakıyorsunuz, etrafta öbek öbek insanlar... Yu­nan''a benzemiyorlar.

-Bunlar kim Ârif?

-Abi hiç sorma! Bunlar Arnavut. Arnavutlar akın akın gelmeye başlayınca, Türklere iş kalmadı. Bun­lar beş drahmiye adam öldüren tipler. Hangi işe soksan senin verdiğin paraya çalışır. Bizim Türklerin önünü kestiler. Bunlara çok gıcık oluyorum!

Omonya''dan aşağı iniyoruz.

-Bir yere oturalım da konuşalım.

Bir açık hava kahvehanesine oturuyoruz. Burası Ayıos Konstantinos''muş. Onlara peşinen ikramların ben­den olduğunu söylüyorum. Parasızlıkları her hâllerinden belli.

Biz konuşurken bir Türk daha geldi. İsmi Orhan. Kendisini "Adanalı Orhan" diye tanıttı.

-Evet Ârif. Senden başlayalım. Nerelisin sen?

-Kuşadalı''yım. Kuşadası''nın Kirazlı köyünden...

Ârif, bu sıra çıkarıp kimliğini gösteriyor. Ancak soyadının yazılmasını istemiyor. Ben de yazmayacağıma söz veriyorum.

Ârif anlatıyor:

-12 yaşında cezaevine düştüm. 21 yaşına kadar hapishaneye devamlı girip çıktım. En son dört sene yat­tım. Bir anam ziyaretime geldi. Hapisten çıktıktan sonra kelepçeyi takıp jandarma karakoluna götürdüler. Kurban Bayramı idi. Günlerden cumartesi. Çavuşa dedim ki, ba­na izin ver, gidip anamın elini öpeyim. İzin vermedi. Pa­zartesi askerlik şubesine götüreceklerdi. Karakola abim geldi, bir 10 bin lira bıraktı. Askerin birine para verdim, hem kendine, hem de bana birer Marlboro al, dedim. As­kerler beni hapishaneden tanıyorlardı. Nezaretin kapısını açık bırakmışlardı. Kaçtım oradan. Bir kayıkla Kuşadası''ndan Samos adasına çıktım. Yunanistan''a iltica et­tim.

YARIN: Lavrion Kampında örgütler ne yapıyor?

Yazarın Diğer Yazıları