ANAP-AK Parti benzerlikleri ve akıbetleri
Bir tarafta Turgut Özal, vefatının 31. yıldönümünde anılıyor, bir tarafta Köy Enstitülerinin kuruluşu 84. yılında hatırlanıyor.
Ak Parti/Saray hükûmeti kendi geleceğini görmesi için, Turgut Özal dönemini çok iyi tahlil etmelidir, ders çıkarmalıdır.
Anavatan Partisi (ANAP) 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra 20 Mayıs 1983’te, Ak Parti 27 Şubat 1997 Örtülü Darbesi’nden sonra 14 Ağustos 2001’de kuruldu. Darbe sonrası kuruluş mesafeleri de hemen hemen aynı. İki darbe sonrasında kurulan partiler de hiçbir surette darbecilerin iktidar olmasını istemedikleri partilerdi.
İlkinde partinin kurucusu Turgut Özal önce başbakandı, sonra cumhurbaşkanı oldu. 1983-1989 arasında başbakanlık yaptı. 1989'da cumhurbaşkanlığına seçildi ve 17 Nisan 1993’te hayatını yitirdi.
Turgut Özal, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Anayasa gereği ANAP’ın genel başkanlığını bıraktı ama...
ANAP, 6 Kasım 1983'te yapılan genel seçimlerde yüzde 45,14 oy oranıyla 400 üyeli TBMM'de 211 milletvekilliği kazanarak tek başına iktidara geldi. 29 Kasım 1987'de yapılan genel seçimlerde yüzde 36,31 oyla 450 üyeli TBMM'de 292 milletvekilli kazandı. 26 Mart 1989 Mahallî İdareler seçiminde ANAP’ın oyu düştü, yüzde 21,8 oy toplayabildi. Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP), yüzde 28,7 oyla seçimi önde bitirdi. ANAP Malatya, Bitlis ve Hakkâri dışında bütün il belediye başkanlıklarını kaybetti. Adalet Partisi’nin yerini alan Doğruyol Partisi yüzde 24,13 oyla ikinci parti sırasına çıktı. Muhalefet partileri ANAP'ın yenildiğini, üçüncü sıraya düştüğünü söyleyerek erken seçim istediler.
1989’da cumhurbaşkanı da parlamentodaki oylamayla belli olacaktı. SHP ve DYP oylamayı boykot etti, Turgut Özal üçüncü turda oy çokluğuyla Cumhurbaşkanlığı makamına oturdu.
Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı seçilmesi kendi partisi içinde de tartışılmış, bir grup Özal’ın cumhurbaşkanı olmasını istememişti. Bu grup “33’ler” diye anılıyordu. Bu istemeyenlerin başını ANAP’ın ağır toplarından Necmettin Karaduman, Kaya Erdem, Tınaz Titiz, Akın Gönen çekiyordu. “33’ler” “millî mutabakat” sağlayacak isim arayışındaydılar. Yine parti içinde başka adayın da çıkmasını istiyorlardı. Tek adaya başvuru bitişinden hemen önce bir şey olması hâlinde yeniden aday gösterme imkânının bulunamayacağını ve böylece Cumhurbaşkanlığı seçiminin riske gireceğini ileri sürüyorlardı. Meselenin bir yönü de yüzde 21,75’lik bir partinin lideri zayıf bir aday olacağı, halkta itibar görmeyeceği idi. Asıl bütün bu sebeplerin altında yatan gerçek de Turgut Özal’a içten içe muhalefetti.
ANAP içinde Özal sonrası genel başkanlık için adı geçen Konya Milletvekili Mehmet Keçeciler “Parlamenter demokrasilerde başbakanlık esastır, cumhurbaşkanlığı semboliktir. Bu sebepten, başbakan olan bir insanın cumhurbaşkanlığına adaylığını uygun görmüyorum.” demişti.
Mehmet Keçeciler de biliyordu ki, Turgut Özal Cumhurbaşkanı seçilse de parti üzerinden elini çekmeyecekti.
“33’ler”in tahmin ettiği gibi Özal, cumhurbaşkanlığı makamını, ANAP’nın başkanlık üstü başkanlığı gibi kullanıyordu. Turgut Özal, 17 Kasım 1989'daki ANAP’ın Birinci Olağanüstü Kongresi’nde partinin başına TBMM Başkanlığını yürüten Yıldırım Akbulut’u seçtirdi.
O dönemde, cumhurbaşkanı seçilen, partisinden istifa eder ve geçmişte başında olduğu partiyle bağlantısını keserdi. Ama Turgut Özal, siyasetin tam içindeydi. ANAP’ı sahipleniyor, kendisinin partisi görüyor, kendi çizgisinde kalınmasını, kendisi ne derse onun yapılmasını istiyordu.
Karısı Semra Özal da doğrudan politikaya girmek istemiş, ANAP’ın il başkanlığa talip olmuştu. (İl başkanlığı kongresini ben de takip etmiştim. O sıra bele takılan telefonlar revaçtaydı ama herkes elde edemiyordu. Sanırım Ulaştırma Bakanlığı’nın izni gerekiyordu. O kongrede, bu telefondan edinmek isteyenler, ellerinde bir kâğıtla, kuliste, kongrede Semra Özal’ın yanında yer alan Ulaştırma Bakanı’nın önünde sıra olmuşlar kâğıt imzalatıyorlardı.)
Savunma Bakanı Hüsnü Doğan da yakın akrabası Turgut Özal’ın hanımının politikaya girmesine karşıydı. Karşı olduğunu da açık açık söylemişti. Hanedan görüntüsü verilmesini istemiyordu.
Bir tarafta siyasetteki, “benci” tavır, diğer tarafta, ekonominin tepetaklak gidişi, ANAP’ı bitirdi.
31 Mart 2024 Mahallî İdareler seçiminde, CHP’nin gerisine düşen Ak Parti geriye saymaya başladı.
Geriye sayış durdurulabilir mi?
Saray rejimi hiçbir surette geriye sayışı durduramaz. Halk iradesi parlamentodan yansır. Parlamento tâli bırakılırsa, zihinler bulanır. “Tek Adam” rejimi sürekli su alır. Su alan gemi ne kadar yüzeyde kalabilirse, “Tek Adam” rejimi de o kadar kalır.
Turgut Özal, 31. ölüm yıldönümünde hatırlanırken, bugüne çok benzeyen politikasından ders çıkarılmalıdır.
***
Bir başka gazetede çıkan aşağıdaki yazımın yazılış tarihi 19 Ağustos 1992’dir. Yazdıklarımız daha sonra bir bir çıktı.
ANAP Dağılmalıdır
+++++++++++
Turgut Özal, Semra Özal'ın intikamını almak istiyor. Semra Özal'ın İstanbul İl Başkanlığından istemeye istemeye Mesut Yılmaz’ı suçlayarak istifa etmesinin ardından Özal'ın böyle bir çıkış yapacağını Allah sizi inandırsın bekliyordum.
Semra Özal bu partinin anası, istifa ettirilecek ha! İstifa ettirenler sonucuna katlanacaklardır!
İşte kıran kırana bir mücadele başlıyor... Turgut Özal son genel kongrede kıl payı genel başkan olmasını sağladığı Mesut Yılmaz'a bayrak açtı... Ya kendisi ya da Yılmaz bu partiden gidecek... Savaşın seyri onu gösteriyor. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a göre Semra Özal daha net ifade ediyor... Semra Özal "Önümüzdeki kongrede Mesut devrilecek...” Peki kim gelecek? Aslına bakarsanız asıl kendisi genel başkan olmak istiyor, İl başkanı olmak isteyen ve il başkanlığı koltuğuna oturabilmek için çetin bir mücadeleye girişen, hatta kocasını devreye sokan bir insanın il başkanlığıyla yetinebileceğini düşünebiliyor musunuz? Partisindeki şartlar kendisini il başkanlığına kadar çıkarabiliyor. Şartlar elverseydi elbette genel başkanlığa oynayacaktı.
ANAP dağılmaya mahkûmdur. ANAP nahoş bir ortamda kurulmuştur. Hakları gasp ederek kurulmuştur. ANAP’lıların her hatırlayışta iç geçirdikleri "83 ruhu" da, aslında vicdanları rahatsız etmesi gereken, bu gasp edilmiş ruhtur.
Turgut Özal diyor ki: "Mesut beni dinlemiyor..."
"Mesut" Turgut Özal'ı dinleseydi, ne yapması gerekecekti biliyor musunuz? İşçilere, memurlara verilen ücretlere mutlaka itiraz etmesi gerekecekti... Sonra daha vahimi, Bush'a telefon edip Türkiye'ye davet ettiği Çekiç Güç'ün kalış süresinin uzatılmasını hararetle destekleyecekti... Bu Çekiç Güç biliyorsunuz, toprak bütünlüğümüzün ihlâlidir. Özal'ın desteklediği, Türkiye'ye gelmesi için bütün ağırlığını koyduğu Çekiç Güç, Kuzey Irak'ta PKK'nın barınmasına zemin hazırlamıştır.
Yine "Mesut" Turgut Özal'ı dinleseydi, Güneydoğu'da televizyonun "Kürtçe" yayın yapmasını destekleyecekti ki, artık bunun bizi hangi noktaya sürükleyeceğini tayin edemiyorum. (Burada parantez açıyorum: Atatürk Barajının iki ünitesinin açılış törenleri için Şanlıurfa'ya gittiğimizde Türk milleti adına sevinerek söyleyeyim, hiç kimsenin bir "kimlik" derdi, bir "Kürtçe" yayın derdi yoktu. Hatta "Kürtçe" niyetine yayınlanan bazı gazete ve dergiler ne okunabiliyor, ne anlaşılabiliyordu. Bunu bana orada çok yaygın olan Güneydoğu gazetesinin muhabiri söylemiştir. O, "Ben de bu toplumun içindeyim, 'Kürtçe' diye yazılanlardan hiçbir şey anlamıyorum." demişti.)
Türkiye'de “demokrasiden” bahsediyorsanız, bir insanın kurduğu partiyi “mülkü” sanması kadar abes bir şey olamaz. Elbette bir parti birileri tarafından kurulacak, birileri sırayla partinin başına geçip oturacak... Mesut Yılmaz ANAP’ın başına üstelik Özal'ın işaretiyle oturmuştur. Kendi kişiliğini ispat etmek isteyen insanlar idare edilmekten hoşlanmazlar. Mesut Yılmaz şimdi bu noktada... Ancak Mesut Yılmaz bu noktaya gelince henüz parti içinde ağırlığı kırılmamış olan Özal'ın çıkışları partiyi dağılma noktasına getirdi. Mesut Yılmaz kişiliğini ispat eder mi, edemez mi? Bunu zaman gösterir diyeceğim ama, bu zamana da fırsat kalmayacak ve ANAP -belki- dağılıp gidecek. Turgut Özal da, Semra Özal da muradına erecek, bize yar olmayan başkasına da yar olmadı deyip Marmaris'in tadını gailesiz çıkarmaya devam edecekler...
Gazeteler yazıyor... ANAP’ın bazı milletvekilleri DYP’ye geçecek, diye... ANAP mütecanis değil... Biliyoruz... Yalnız teşkilâtçılık ağırlığını eski MHP’liler çekiyor. Şimdi eski MHP’li ve Ülkü Ocaklıların düşünmeleri gerekiyor... Eski arkadaşları ile iş birliğine nasıl gidebileceklerini araştırmalılar. Buna da tez elden karar vermeliler. ANAP’ta azımsanmayacak sayıda Ülkücü bulunuyor... Kendilerine sorduğumuzda yine Ülkücülükten taviz vermiyorlar... Öyleyse şimdi karar zamanı...
(19 Ağustos 1992)