Dolmabahçe Palas*

Cumartesi sabahı şimdi palas olan Dolmabahçe Sarayı’nda gazetecilere verilen kahvaltı sonrası duruma bir göz atan ve konuları özetleyen gazetecileri dinlerken aklıma şu geldi: 
Erdoğan’dan önce Atatürk’ten sonra her hangi bir devlet adamı, başkanı Dolmabahçe Sarayı’nda ofis açmayı düşünmüş müdür. Hafızam beni yanıltıyor mu acaba öyle bir örnek var da hatırlamıyor muyum?
Mesela Erbakan, Çiller, Mesut Yılmaz, Demirel, daha öncekilerinden Menderes, Celal Bayar... Sıra Ecevit’e geldiğinde gülmeye başladım. Oran’daki bahçeli evinde oturup, Rahşan Hanım’ın çayını içerek ve kedilerinden söz açarak yaşamak ona daha zevkli gelmekteydi. Bunu aklından bile geçirmediğinden eminim.
İnönüler Pembe Köşk’te, Demirel Güniz Sokak’ta, Tansu Çiller Yeniköy’deki yalısında otururdu ve çalışmak için de başka bir yer aramak, seçmek akıllarına gelmezdi, özellikle bir saray akıllarına bile gelmezdi. Hiç öyle bir vak’alarına rastlamadık. Başbakanlık makamı yeteri kadar elverişli ve gurur vericiydi herhalde.

***

Konuşmalar ise bomboştu öğrendiğim kadarıyla. TIR’ın Türkmenlere gittiği ama aslında Türkmenlere gitmeyen kapıdan geçtiği o kadar belliyken bunda ısrar edildi. Savcı Akkaş tekrar tekrar hedef gösterildi. Ama Bilal’in niye çağrıyı kabul etmediğine dair makul bir açıklama yoktu. Yargıyı eleştiriyor ama yargıya uymayan oğlunu eleştirmiyor.

***

Adana savcısının raporu da bir çığlıktı.
“Herkes gitti, kurbanla ben yalnız kaldık”  diyor.
Jandarma, Başbakan hiyerarşi falan diyor ya, komutanından erine kadar hiyerarşiye uymak şöyle dursun kaçıştılar. MİT’in adamları, polisler, vali ve diğer savcılar, daha ne yazayım, hepsi hiyerarşi miyerarşi tanımadan dağılıp gidiyorlar. Adana savcısı bunlara karşı. Yine de yaptığı iş tebriğe değerdi. Tutanak tuttu ve direndi. 

***

Yeni gelen bakanlar da işin kolayına kaçıyorlar. Bir tanesi demeç vermeye kalktı, milli iradeden başka laf edemedi. Ve konuşması aynı hafiflikte ve kolaylıkta devam etti.
Devlet Bahçeli, Bilal’in vakfı için hanedanın vakfı diyor ya tam yerine oturuyor. 
Atatürk’ten sonra “saray, palas oldu.” 

* Palas; yabancı dillerde saray demektir. Türkler bunu, mizahla karışık, saray olmayan ama olmaya özenen yerler falan için kullanırlar.

Yazarın Diğer Yazıları