Dost mu düşman mı?

Rahmetli liderimiz Dr. Küçük’ün, öfkelendiği zamanlarda: “Köpek b.k yemekle deniz murdar olmaz”  derdi. EOKA’cı, Akritas Planı’nın yapımcısı ve uygulayıcısı, Kıbrıs’ın Yunan toprağı olduğuna ve öyle kalacağına doğuştan inanmış Papadopullos Türk’ün ve Türklüğün düşmanı değil de nedir ki? Bu Türk düşmanına göre Kıbrıs’ın tümüne sahip olmak haktır; kendisini bu haktan direnişi ile engelleyen kim ve ne varsa düşmanıdır. Akritas Planı’nın mucidi ve amiri Başpiskopos Makarios “Kıbrıs’ta, din ve milletimizin düşmanı Türkiye’nin kalıntıları olan bu Kıbrıs Türkleri yok edilmedikçe EOKA hedefine varmış olmayacaktır” dememiş miydi? Demişti. Kilise ve okul Rum çocuklarına bunları aşılamaya devam etmiyor mu? Ediyor. yüzde 50’ye yakın Rum’un “biz Türklerle bir arada yaşamak istemiyoruz” demelerinin altında yatan bu düşmanlık kültürü değil de nedir?
O halde Papadopullos içini döküp de  “Türk askeri düşmanımızdır” dediğinde niye kızdık? Adam doğruyu söylüyor. Kıbrıs’ın tümüne sahip çıkmasını engelleyen Türk askeri gelinceye kadar düşman “Enosis’e karşı direndiği için asi ilan edilen Kıbrıs Türkleri” değil miydi? Türkiye gelinceye kadar 11 yıl bize yapılanlar, öldürmeler ve köylerimizi talan etmeler dahil, dostluk adına mı yapılmaktaydı? Türkiye Garantörlük hakkını kullanarak adaya gelmemiş olsaydı, bugün “dosluk adına” adada tek bir Türk bırakacaklar mıydı? Türkiye gelmemiş olsaydı bugün bu ada, Girit gibi Yunan toprağı olmayacak mıydı? O halde Papadopullos’un b.k yercesine içindeki kin ve nefreti açığa vurması ile adaya barış getirmiş olan ve 34 yıldır bu barışın bekçiliğini yapan Türk askeri “işgalci, düşman” mı oldu?
Bunları ve Rum liderliğini 1955’lerden bu yana motive eden “Helenizm-Enosis”  kültürünün “Türk’e düşmanlık; Türk’ü adadan yok etmek” anlamına geldiğini artık teslim edelim ve Rum tarafından gelen düşmanca davranışlar karşısında kızıp bozulacağımıza  “düşmanımızı bilelim” ve tedbirimizi ona göre alalım. Bu insanların sanki bizi eşit bir ortak, Türkiye’yi  “garantör bir ülke olarak görevini yapmış bir dost” olarak kabul edebilecekleri inancı ile hem kendimizi, hem de dünyayı kandırmayalım.
Rum liderliğinin Yunanistan ile birlikte 1955-58 yıllarındaki Enosis hedeflerinin, 1960 Antlaşmalarına ve Garantilerine rağmen değişmediğini 1963’de başlayıp   (ABD ve İngiltere ile Sovyetlerin -Rusya’nın- sayesinde) bugüne kadar devam eden olaylar yeterince kanıtlamış olmalıdır. Bundan alınacak ders, bu insanlarla yeniden yapılacak herhangi bir antlaşmanın 1960 Antlaşmaları gibi “yeni, geçici bir merhale olarak” kullanılacağıdır. Kısacası Türk düşmanlığının devam edeceğidir. Çare, Rum liderliğinin “işlemez, haksızlıktır”  diyerek yırtıp atamayacağı bir anlaşmada ısrarlı ve kararlı olmaktır. Annan Planı gibi planlar, 1960 Antlaşması kadar Garantilenmiş olamaz. AB normları ve yasaları bize “toplumsal hak ve statümüzü, korunabilmemiz için gereken ayrıcalıkları”  garanti edemez. Kendi kaderini tayin hakları olan iki eşit egemen halk, iki demokrasi ve iki devlet esası üzerinde bir anlaşma yegane çıkış yoludur. Kubrıs’ta ve bölgede kalıcı barış isteyenler, Kıbrıs’ı kendi çıkarları için Rum’a Yunan’a mal etmek oyunundan artık vazgeçmeli ve 44’üncü yılına girmekte olan, 33 yıldır Türk askeri sayesinde barış içinde yaşayan iki devlete eşit muamele yapmaya başlamalıdır. Türk ulusunun da altını çizmekte olduğu bu formülü dünyaya, göğsümüzü gere gere açıklamaktan çekinmeyelim. Kırmızı çizgisiz müzakere olmaz, bilelim. Karşımızda, fırsat verilse, bizi adadan silip süpürmekten başka birşey düşünmeyen bir “düşman” olduğunu unutmayalım. Papadopullos’a içini döktüğü, Kıbrıs gerçeğini açıklamış olduğu için teşekkür edelim. Türk askerine  “düşman” diyeni düşman bildiğimizi haykırmaktan korkmayalım.

Yazarın Diğer Yazıları