EĞİTİM FAKÜLTELERİ İŞLEVSİZ Mİ?
Türkiye’de eğitim meselesi devleti ele geçirme ve ezeli sahip olma ideolojisi üzerinden kurgulanır. Bu sebepledir ki benim ülkemde, her gelen iktidar eğitimle ilgilenir. Çünkü meseleye, millet ve ülke açısından değil, devlet benim istediğim, anladığım, hayal ettiğim gibi yönetilsin ve ben, hazır iktidardayken bu amaca uygun nesiller yetiştirmeliyim, diye eğitime yaklaşır. Durum böyle olunca, ortaya, her iktidara gelenin kendince yapıp bozduğu eğitim sistemi ortaya çıkar. İşler böyle ilerleyince, hiçbir zaman olağan, akılcı, ülke gerçeği ile bütünleşmiş, buna dayalı çözüm üreten eğitim yapısı ortaya çıkmaz.
Bugün de öyle.
İşte bakın, Türk toplumu, MEB’in bilimsel gerçekliğe uymayan “Ben yaptım oldu” türünden uygulamalarını konuşup tartışıyor. İster gelişmiş olsun, isterse gelişmekte olan ülke olsun, bize benzer, eğitim tartışan bir ülke var mı?
Dünyanın dışındayız.
Gelişmiş ülkelerle asla kıyaslanamayız.
Şimdi şu an Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığını yöneten akıl, eğitimde yeni bir öğretmen yetiştirme düzeni kuruyor. Eğitim fakültelerinin verdiği diplomaları kendince yetersiz kabul ediyor. Bunun yerine, Milli Eğitim Akademisi adı altında eğitim fakültesi mezunlarından alacağı kadroları yeniden ek bir eğiteme tabi tutarak göreve başlatacağını söylüyor.
Diyebilirsiniz ki, “Bunun neresi yanlış?”
Derim ki, bizzat kendisi yanlış ve boş.
Neden?
Çünkü sözü edilen akademi, her şeyden önce siyasal iktidarın aklına uygun bir kadrolaşma ile görev yapacak. Bakanlığın işbaşındaki siyasal kişi ya da kişileri, akademiye, kendi fikir ve düşüncelerine uygun insan (öğretmen) yetiştirecek kişi ve kimseleri atayacak.
Başka?
Bu kadro, öğretmenlere “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” dedikleri, şimdilik başlangıç niteliğindeki öğretim programını tanıtacak. Aslında bu program(müfredat), henüz asıl amacı izah etmiyor. Şimdilik bu kadarıyla başlayacaklar. Gerisi gelecekte, iktidar süreci devam ettikçe tamamlanacak. Söz konusu bu ideolojik yapı, iktidar-öğretmen-eğitim üçgeninde, ilerleyecek. Asıl gayesi, hayal ettikleri yeni siyasal sistemin yurttaşlarını yetiştirmek. Akademi dedikleri, “Haşlanan kurbağa” stratejisinin haşlama kazanı. Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet felsefesinden yıllar ilerledikçe, azar azar, AKP iktidarı kalıcılaştıkça uzaklaşacak ve günün sonunda kurbağa (Türkiye) haşlandığını anlamadan ele geçecek. Dolayısı ile Milli Eğitim Akademisi, gelecekte varılacak hedeflerin çekirdeği niteliğinde. Bu nedenledir ki eğitim fakültelerini yetersiz görüyor ve oradan seçeceklerini yeni bir eğitim filitresinden geçirerek, eğitim sistemine katmayı amaçlıyor.
Nereden biliyoruz?
Geçmişinden.
Eğitim akademisi fikri, İslamcı ve Milliyetçi kesimin, ta 1970’lerden bu tarafa çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı, konferanslarda dillendirdiği bir konu. Yeni bir öneri değil. Dolayısı ile Bakan Yusuf Tekin, yeni bir şey bulmadı, ideolojik geçmişiyle birlikte kendisine anlatılan bir fikri hayata geçirdi. O günlerde eğitim akademisini önerenler aynı zamanda toplumsal nüfusu kendi ideolojik anlayışına dönüştürmek istiyordu. Soğuk savaş yıllarının bakışında iyi insan, bize benzeyen, bizim gibi düşünen, bizim gibi davranan insandı. Kötü insan da dinsizler, komünistler ve diğerleri idi.
Adı üstünde Soğuk Savaş yıllarıydı. Fikir savaşıydı güya. Ama Türkiye’de sadece fikir savaşı değildi, iç çatışmaydı. Sıcağın da sıcağı idi. Ateşti. Herkesi yaktı geçti.
Milli Eğitim Bakanı bu ülkeye halen dana o mantıkla bakıyor. Bütün toplumu kendinden sayıp, siyasal farklılaşmaları demokrasinin zenginliği olarak görmüyor. Önemli olanın milli birlik, toplumsal bütünlük, kültürel bütünleşme olması gerektiğine inanmıyor. Öyle inansaydı, eğitimi, bilimsel temele oturtur, demokrasiyi vurgular ve eğitim düzenini, milli birliği, bütünleşmeyi, sosyal dokuyu kuvvetlendiren, uluslaşma temelinde sürekli iyileştirmeyi esas alan bir öğretim programı yapardı.
Bunun yerine soğuk savaş döneminden kalma bir yapılanmaya gidiyor. Eğitim akademisi kurmakla ilgili görüşler bunu çağrıştırıyor. Çağdaş bilimin geldiği noktada hem eğitim bilimleri ve hem de uygulamalı bilimler 1970 ve 80’lerin çok ilerisinde ve üstünde. Öyle ki Eğitim bilimleri, psikolojinin gelişmesiyle birlikte, tabir yerinde ise çağ atlamış durumda. Hele eğitim programı alanı, üniversal seviyeye ulaştı. Ders sıralaması anlamına gelen “Müfredat” kavramını yetersiz bırakmış durumda. Lakin halen daha ders sıralaması anlamına gelen, medreselerden kalma bu kavram, üniversitelerde bilimsel kürsüsü olan “Eğitim programı” kavramının yerine kullanılıyor. Bu durum, büyükşehirlere ilçe demeye benziyor. Uzatamayalım, eğitim bilimleri ve eğitim fakülteleri, MEB’in akademisini aşan, hatta onu da içine alan çok daha ileri ve büyük bir bilimsel kapasitenin ifadesidir. Eğer illa da bir eğitim akademisi olacaksa, bu, eğitim fakültelerinden mezun olmuş görev almış çalışan öğretmenlerin, kimi alanlarda uzmanlaşmasına çaba gösteren bir yapı olabilir.
İNSANIN DEĞERİ
CHP tek başına aday açıklarsa
Asıl sorumlu toplumsal zihniyettir
Siyasal Sistem Rusyalaştı
SİYASAL SİSTEM, İKTİDAR SORUNU YAŞIYOR
Toplumun MR’ına bakın: Çürüyoruz!
Adı konulmadan süreç bitti galiba
EĞİTİM FAKÜLTELERİ İŞLEVSİZ Mİ?
Dervişoğlu ne anlatıyor?
MHP’NİN DEM’LE İŞ BİRLİĞİ TUTAR MI?









