Ekonomide Düyûn-ı Umumiye’ye doğru...

Ekonomide Düyûn-ı Umumiye’ye doğru...

Dün tarihî gündü. Recep Tayyip Erdoğan, faizi dinen yasak görüyor ve tümden kaldıramadığı için, faizi gide gide kaldırmak istiyordu. Kaldıramadı; faizin arttırılmasını kabullenmek zorunda kaldı. Daha önce de faiz artırılıyor ama istenen netice alınamıyordu. Dün faiz, yüzde 8,5’tan neredeyse iki misline yüzde 15’e çıkarıldı. Sert bir çıkış diyebiliriz. Bunun da handikapları var. Uzmanlar tartışsınlar. Biz meselenin öbür yüzüne bakalım.

*

R.T. Erdoğan, “nas”ı aklına getirdi. “Kur’ân önümüzde. Hadisler önümüzde... Sana bana ne oluyor!” dedi. Ve faizi mutlak yok etmeyi kafasına yazdı. Faiz yok, katılımcılık var, demek istedi ama konjonktür uygun değildi. Daha önce sınamak için, Ziraat Bankası’nın bir ucuna Ziraat Katılım Bankacılığı’nı ekledi.

Hiç inanmayın. Yine paradan para kazanılıyor. Önemli olan insanın sömürülmemesi. Yoksa Osmanlı Halifeliği’nde para vakıfları kurulur muydu? Yoksa faiz fetvası verilir miydi?

Ekonomide, düze çıkma yolları çok çetrefilli...

Muhalefet Saray’a “Sürekli İngiliz tefecilerinden para alıyorsunuz, ödediğiniz faiz yüzde 40.” diyor. Saray, “Yok, biz İngiliz tefecilerinden para almıyor, yok, biz faiz ödemiyoruz.” demiyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısındaki konuşmasında İngiliz tefecileri kastederek Düyûn-ı Umumiye’den bahsetti:

“Dünyada hangi devlet, sömürgeler de dâhil dolar bazında yüzde 40 faiz verir? Verecekler, göreceksiniz. İşte bu beka sorunudur. ‘Faizi indirmeyeceğim’ diyordun değil mi? Uluslararası tefeciler bastırdılar ve kabul ettirdiler. ‘Yükselteceksin. Yerel seçimlerden sonra da 40’a çıkaracaksın.’ Tefeci niye gelsin Türkiye’ye? Londra’daki tefeciler niye gelsin? Bir devletin bu şekliyle borçlanmasının nasıl bir beka sorunu yarattığını tarih bilenlerin tamamı bilir. Bunlar Türkiye’yi bu batağın içine soktular. Türkiye’yi bu hâle getirip, uluslararası tefecilere teslim edenlerde vatan sevgisi toplu iğne ucu kadar yoktur. (...) Bu Düyûn-ı Umumiye kabinesini mutlaka ama mutlaka göndereceğiz...”

Hükûmet edenler Osmanlı’ya bu kadar düşkünlerken, iktisadî sıkıntılarını incelediler mi acaba? Neden Düyûn-ı Ummiye’ye kadar varıldı?

(Saray erkânı “Osmanlı” der başka bir şey demez, biliyorsunuz. Vahîdettin’in cariyesine hediye ettiği köşkü bile onarttılar, adını “Vahîdettin Köşkü” koydular. İstanbul’a geldikçe, o köşkü de kullanmaya başladılar. Bir tarafta Dolmabahçe Sarayı, bir tarafta Vahîdettin Köşkü. Dolmabahçe Sarayı’nı Mustafa Kemal Atatürk de kullandığı, orada hayatını yitirdiği için, acaba, “Vahîdettin Köşkü”nü açarak bir denge mi kurmak istediler?)

3 Kasım 1839’da Tanzimat ilân ediliyor. Abdülmecid devri. Sadrazam Mustafa Reşid Paşa. Yıl: 1850-1851. Hazine, maaşları dahi ödeyemeyecek durumda. Mecburen dış borç antlaşması imzalanıyor. Bu ilk dış borç antlaşmasıdır. Ancak, Abdülmecid’in yakınları, padişaha dış borçlanmanın doğuracağı tehlikelerden bahsediyorlar. Padişah: “Aman kalsın... Borç almayalım.” diyor. Ama borç için imza atılmıştır. Tazminat ödenmesi gerekiyor. 2.200.000 Osmanlı lirası tazminat ödenerek antlaşmadan vazgeçiliyor.

Osmanlı idaresi borçlanmanın başımıza nasıl bir belâ açılacağını çok iyi idrak ediyor. Ama sonunda borçlanıyor. Nasıl mı?

Kırım Harbi’nde (1853-1856) Ruslara karşı İngiltere ve Fransa yanımızda yer alıyor. Bu savaş Osmanlı maliyesine büyük yük. “Dış güçler” fırsatı kaçırır mı? İngiltere ve Fransa “Hiç tasalanmayın... Biz size kredi açarız.” diyor. İlk borç anlaşması 24 Ağustos 1854’de imzalanıyor. Ancak, alınan borç savaş giderlerini karşılamıyor, 27 Haziran 1855’te ikinci bir anlaşma imzalanıyor. Artık borç kapısı açılmıştır... Sıkıştıkça borç alıyorlar.

“93 Harbi” diye bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda malî sıkıntı daha da artıyor. Dış borçlar bir tarafa Galata bankerlerinden alınan paralar bile ödenemiyor. Sonunda 28 Muharrem 1299 (20 Aralık 1881) tarihinde, “Muharrem Kararnamesi” diye anılacak, Düyûn-ı Umumiye (umumî borçlar) idaresi kuruluyor ve yönetimi yabancılara veriliyor. Vergileri bile yabancılar topluyordu. Borçların ödenmesi Cumhuriyet dönemine sarkıyor. Borçlar ancak 1954’te tasfiye edildi.

Düyûn-ı Umumiye’nin kuruluşunda Galata bankerlerinden, Abdülhamit’e yakın isimlerden Zarifi’nin büyük rolü olmuştu. (11 Aralık 2012 günü çıkan “Zarifilerin verdiği ders!” başlıklı yazıma bakılabilir.)

Demem o ki; inşallah tefecilerin eline düşülmez; Türkiye esir alınmaz.

Yazarın Diğer Yazıları