Gazze’ye yoğun kara saldırıları başlatan İsrail Başbakanı Netanyahu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a cevap vermeyi de ihmal etmedi ve "Biz buradayız. Kudüs bizim şehrimiz. Sayın Erdoğan, bu sizin şehriniz değil. Bu bizim şehrimiz. Her zaman bizim şehrimiz olacak. Bir daha bölünmeyecek" ifadelerini kullandı.
Erdoğan ise “Filistin’in Batılı ülkelerce devlet olarak tanınması, ben inanıyorum ki İsrail’i daha fazla köşeye sıkıştıracaktır. Biz, bir kez daha BM zemininde bunu haykıracağız. Mazlumların çığlığını dünyaya inşallah duyuracağız.” dedi ve “vadedilmiş topraklar” konusuyla ilgili “hazırlanmış” bir soruyu şöyle cevaplandırdı:
“Bir defa şunu çok açık net ortaya koyalım. İsrail, bir dine değil bir sapkın ideolojiye hizmet etmektedir. Bu özelliğini bir defa gözden geçirelim. Netanyahu ve çetesi, dünyaya sadece Siyonizm’in uyduruk masallarını anlatıyor. BM şartı, devletlerin toprak bütünlüğünü, egemen eşitliliğini ve sınırlarının zorla değiştirilmemesini emreder. Bunu görmemiz lazım. Dolayısıyla ‘vadedilmiş topraklar’ kavramıyla oluşturulan senaryolar, hukuken geçersiz ve meşruiyetten yoksundur. İsrail’i yönetenler kendi radikal anlayışlarını, faşist bir ideolojiye dönüştürmüş bir cinayet şebekesinden başka bir şey değil. Bu yönüyle Netanyahu, Hitler ile ideolojik açıdan adeta akrabadır. Böyle bir özelliği var. Nasıl Hitler, kaydettiği ilerlemenin etkisiyle kendini bekleyen hezimeti göremediyse, Netanyahu da aynı nihai akıbeti yaşayacaktır.”
***
Peki AKP iktidarı İsrail ile her türlü ticareti yaparken BM salonlarında konuşma yaparak Gazze’deki soykırımı durdurabilecek mi?
Durduramayacaksa, İsrail ile sözlü atışmanın kime ne faydası olabilir? Belki, iç politikada oyları korumaya yarayabilir!
Netanyahu’nun Erdoğan’a saldırması, iç politikada Erdoğan’a yarar, Erdoğan’ın Netanyahu’ya saldırması da onu ayakta tutmaya yarar...
***
Yalnız bu “vadedilmiş topraklar” konusu üzerinde değerli bir makale okudum. Prof. Dr. Hilmi Özden, “İsrail devletinin teolojik temelleri sağlam mıdır?” başlıklı 16 sayfalık makalesinde özetle şöyle diyor:
“Tahrif edilmiş kabul ettiğimiz Tevrat'ta Hz. Musa'ya vaat edilen toprak ile Hz İbrahim'e vadedilen toprak farklı coğrafyaları göstermektedir. Tevrat'ta Hazret-i Mûsâ'ya va'd edilen toprak, (Arz-ı Mev'ud), yalnızca bugünkü Filistin'dir. Burası da Akdeniz ile Ürdün Nehri arasında kalmaktadır. Tevrat'ta geçen anlatıma göre Hz. İbrahim ve soyuna ‘söz verilen’ topraklar ise Nil Nehri ile Fırat Nehri arasındaki bölgeyi kapsamaktadır. Hz. İbrahim’e ve soyuna vadedilen toprak, İsrail tarafından çarpıtılarak Yahudilere vaat edilmiş anlamı çıkarılmıştır.
Âl-i İmrân Suresi 67. Ayet’de ‘İbrahim ne bir Yahudi idi ne de bir Hıristiyan. O, sadece Hanîf bir müslümandı/Allah'a teslim olandı. O müşriklerden değildi’ buyrulmuştur.
Yahudilerin kendilerine vaat edilmiş iddiasındaki coğrafya bir inanç alanıdır, herhangi bir ırk yahut millete ait değildir. Üstelik Hz. İbrahim eğer bir milliyet ithaf edilecek olursa, Sümer kavmine ait Ur kentli bir Türk'tür. Tarihi kayıtlar bunu göstermektedir.
Karşımızda tahrif edilmiş (değiştirilmiş) bir Tevrat ve onun ideolojik metinlerine göre oluşturulmuş üstün bir ırk anlayışı bulunmaktadır. Bu üstün ırk ve seçilmiş halk inancı siyasal sonuç olarak Siyonizmi doğurmuştur. Siyonizm ise vadedilmiş topraklar üzerinden Hz İbrahim inancının hâkim olduğu coğrafyayı kendi sınırları içine dâhil etmek istemektedir. Hz İbrahim kesinlikle Yahudilerin atası değildir.
Kur'an ve tarih ışığında bu iddialar tamamıyla geçersizdir.
Tahrif edilmiş Tevrat, Babil sürgününden sonra hahamlar tarafından yazılmış hurafelerin doldurulduğu bir kitaptır.
Nil’den Fırat’a Mısır ve Mezopotamya uygarlıklar tarihidir. Bu uygarlıklar tarihinde Yahudiler yoktur. Önümüzdeki yıllarda devletlerarası en büyük problem su kaynaklarından çıkacaktır. Bu gerçek tarihin geçmiş dönemlerinde de ulusların toprak mücadelesine sahne olmuştur. Türkiye'nin nice emeklerle yaptırdığı GAP (Güney Doğu Anadolu) Projesi İsrail'in yıllardır gözlerini diktiği toprakları kapsamaktadır.”
***
İsrail’in gözü Mezopotamya’dadır ve su kaynaklarındadır. Eski ABD Büyükelçisi Pearson, “Erzurum’dan Bağdat’a uzanan topraklar tek bir ekonomik bölge olacaktır” diye boşuna söylemedi. Ardından Barzani sitesinde, “İşgalci TSK, tek bir siyasi bölge olacak bu toprakların kuzeyinden çekilecektir” diye boşuna yazılmadı! Adamlar, Fırat’ın doğduğu topraklara; Erzurum’a da göz dikmiş durumda...
AKP iktidarı, Irak ve Suriye’nin parçalanmasına yardım ederek, bu emellere hizmet etmiş olmadı mı?
Irak ve Suriye parçalanarak kime teslim edildi; Erzurum kime vadedildi; apaçık ortada değil mi?