Bunun adı yandaşlık değil yağdanlık

Bunun adı yandaşlık değil yağdanlık
Bunun adı yandaşlık değil yağdanlık

Türk basınının “tiraj sihirbazı” namlı yöneticisi Rahmi Turan “iktidar gazeteleri” eliyle oluşturulan bi

Türk basınının “tiraj sihirbazı” namlı yöneticisi Rahmi Turan “iktidar gazeteleri” eliyle oluşturulan biat rejiminde “muhalif”lerden sonra tasfiye sırasının “tarafsızlar”a geldiği görüşünde... Yeni ilke:
Ya benden taraf olacaksın, ya benden taraf olacaksın! Peki kim bu işin müsebbibi? Turan’a göre “Devletten zengin olan patronlar ve onların iş takipçisi genel yayın müdürleri”

 


Bulmuşuz karşımızda Babıali’nin gelmişini geçmişini bilen böyle tecrübeli bir ismi, Rahmi Turan’ı, adı artık “medya” olan sektörümüzün tomografisini çektirmeden, yakalandığı  “hastalığı” teşhis ettirmeden, tedavi için “reçete” istemeden bırakmadık tabii. 
Buyurun size  “bir bileninden”  Türk medyası analizi:
 “Geçmişe göre çok farklı. Bizden sonrakiler bizi geçecek, onların çocukları da onları geçecek. Ancak bugün medyanın farklılığı bu tip gelişimden kaynaklanmıyor. Hatta geriye doğru bir gidiş var.”
- Geri gidişten kastettiğiniz
ne mesela?
Bağımsızlığını kaybediyor olması. 1960’lardan 90’lara kadar geçen sürede gazetelerin yüzde 90’ı bağımsızdı.  Yüzde 10’u da tirajı az, parti gazeteleriydi. Ama  “iktidar gazetesi”  yoktu. Yayın politikasını  “iktidar şakşakçılığı” olarak belirleyen gazete yoktu. Bugün Türkiye’de günlük satış ortalama 4.5 milyon ise 4 milyonu iktidar destekçisi. Yani şemsiye tersine döndü. Eskiden sağda olan, solda olan, bir de geniş bir merkez medya vardı. Şimdi o kalmadı.  Bugün artık bazıları destekçiliğin de ötesinde yağdanlık haline geldi.
Aşırı dozda yandaşlık, en çok “iktidara yolunu şaşırtır” diye rahatsız ediyor Rahmi Turan’ı:
 “Gazeteciler gerçek görevini yapmaz her şeye ‘Aman efendim ne kadar güzel’ diye alkış tutarsa o iktidarın yanlışlarını kim gösterecek?  Kötü yaptığı şeyler iyi yorumlanırsa iktidar ‘Biz neymişiz’ havasına girer, sayısal üstünlüğü sayesinde TBMM’de de kimseyi dinlemeden yanlışları kanunlaştırır. Bunun sonu er geç duvara toslatır. Bedelini de hep birlikte öderiz. Bu nedenle muhalefet iktidarın selameti için de gereklidir aslında.”

 


HEY GİDİ “ESKİ PATRONLAR” HEY...

 


Turan, “Eski patronları hatırlıyorum. Diyelim ki Haldun Simavi... Hiçbir iktidara boyun eğmezdi. Bakanlar, başbakanlarla görüşmeyi kabul etmezdi. Davetlere gitmezdi. ‘Samimi olursak görevimizi yapamayız’ diye düşünürdü. Düşünün başbakanın yemeklerine gidiyorsunuz. Omuzunuzu okşuyor. Hoşunuza gider, eliniz bağlanır. Aleyhine yazamazsınız...” diye anlatmaya başlayınca derin bir iç çekerek, soruyor insan ister istemez:
- Peki ne oldu da böyle mesafeli bir duruş yerini başbakanın masasından bildirmeyi “gazetecilik” sayan yeni değer yargılarına bıraktı?
Tek cümleyle “Gazeteciliği holdinglere yönelmesi” diyor Turan. Bunun da sebepleri var elbet:
 “Gazete çıkarmak çok pahalı bir iş haline geldi. Eskiden bir bina, basit bir rotatif, bu işe hevesli 20-30 gençle bir gazete çıkabiliyordu. Şimdi 10 milyon dolarlık makinelerden söz ediliyor. Eskinin, gazetecilikten başka iş yapmayan patronlarının bu makineleri satın alacak gücü olmaz. Çünkü gazetecilik böyle büyük paralar kazandırmaz. Ancak gazete sahibinin başka işi varsa, devletten özel nemalanıyorsa, özel krediler sağlayabiliyorsa paraya para demez. Ben kendim yaşadım, Asil Nadir’in gazete patronu olmasıyla, Özal döneminde açıldı yöneticileri arayıp  “Hadi ne duruyorsun atsana şunu” demenin yolu...”
- İktidar finanse edince gazetecilik olur mu peki yapılanın adı?
Olmaz tabi. O zaman ipler iktidarın elinde olduğundan kuklalık olur. Günümüzde yaşanan büyük ölçüde bu. Patronların çok büyük bölümünün devletle bir sürü işi var. Büyük ihaleler alıyorlar. Devletten zengin oluyorlar. Aleyhte yayın yapabilirler mi? Bu patronların yanında çalışan meslektaşlar da -doğal olarak demeyeceğim bu doğal değil çünkü- nabza göre şerbetle patronlarına kıyak yapmaya çalışıyorlar. Patronlarıyla siyasilerin aracılığını yapıyorlar. Genel yayın müdürü düzeyinde iş takibi yapanlar var.

 


“SARI, SİYAH, BENEKLİ... HEPİMİZ İNEK OLDUK...”

 


“İyi de bütün bunların da patronu kurtarmaya yetmediği tecrübe edilmedi mi son birkaç yılda”  diyorum. “Patronlar baştan ipin ucunu kaçırdılar” diyerek meşhur sarı inek hikayesini anlatıyor:
 “İnekler güzel bir çayırda otluyormuş. Karnı acıkan aslanlar sürüye bir hamle yapmış ama inekler boynuzlarını gösterip direnmiş. Kayıp vermemişler ama aslanlar sürünün etrafında dolandıkça tedirgin oluyorlarmış. İneklerin mücadeleden bunaldığını sezen aslanlar taktik değiştirmiş ‘Ey inekler’ demişler, ‘Bizim sizinle hiçbir sorunumuz yok. Şu sarı inek var ya bütün garezimiz ona’ demişler. İnekler ‘Onu verelim, rahatlayalım’ deyip sarı ineği vermişler. Aradan zaman geçmiş, aslanlar bu kez de ‘Aslında şu siyah benekli var ya, ona da çok kızıyorduk. Onu da verin’ diye gelmişler. Böyle böyle sürü paramparça olmuş. İnekler ‘Nedir bu halimiz’ diye kara kara düşünürken, uzaktan onları izleyen yaşlı inek ‘Arkadaşlar’ demiş, ‘Kabahat bizde. Biz o sarı ineği verdiğimiz gün kaybettik sürümüzü...
- Medyanın “sarı ineği” kimdi?
 “Onu bilmiyorum ama sonunda hepimiz inek olduk işte” diyor acı bir tebessümle;
 “Patronlar teslim olunca yavaş yavaş gazetecilerin tasfiyesi başladı...

 


DEMOKRASİ BİTERSE DUVAR YAZILARI BAŞLAR

 


Geliyoruz dananın kuyruğunun koptuğu yere:
- Üstat yazar mısın bize bir reçete?
Büyük sermaye işin içinde olduğu sürece bu çok zor; reform lazım. Onlar iktidarla yaşıyor, kendilerine tokat atmazlar. Ama yine de demokratik ortam devam ettiği sürece ben gazetecilik yapan bağımsız grupların çıkacağına inanıyorum. Cafcaflı binalarda oturmasalar, çok lüks kağıtlara basmasalar, kaliteli mürekkep kullanmasalar da hiçbir güç bunu engelleyemez.
- Mevcut ortam demokratik mi?
Belirli aşamalardan sonra insanları demokrasi dışı yönetimlere mahkum etmek çok zordur. Ama demokratik ortam biterse de o zaman duvar yazıları başlar. Yazacak bir yer buluruz yani.

 


10 YIL SONRA BU İKTİDAR DA GAZETELER DE OLMAYABİLİR

 


Israr ediyorum  “kurtuluşun yolu”nu tarif etmesi için. Çok pratik anlatıyor:
“Sandık;
Medyanın geleceğini de halk belirleyecek. Seçimlerde vatandaşlarımızın uyanıp doğru oy vermesi gerekiyor. Şu anda gazeteler afyon, uyutmak için ninni söylüyorlar okurlarına. Uyutmayanların, arada bir diklenmeye kalkanların da başına bir topuz indiriyorlar; kimi işsiz kalıyor, kimi hapse giriyor. Hâlâ karanlıktayız. Bakın Osmanlı Çanakkale’ye kadar olan son 300 yıl her savaşta dayak yedi. Neden? Geri kaldı çünkü. Avrupa teknolojide çok ilerideydi, baş edemedi. Çanakkale’de de Mustafa Kemal gibi bir mucize adam çıktı da onun sayesinde 300 yıldan sonra ilk zaferini kazandı. Modern çağa ayak uyduramayan bir devlet çöktü ama birdenbire değil 622 yılda. Halkın önemli bir kesiminde kaynama var. Ben iktidarın son seçimde aldığı oyu yeniden alabilmesini mümkün görmüyorum. Gazetelerin ömrü devletlerinkiyle ölçülmez ama ben bugün Türk basınında da çok büyük görünenlerin 6 yıl, 8 yıl sonra ayakta kalıp kalamayacağından emin değilim. 10 yıl sonra yerlerine yeni filizler fışkırabilir... ”

 


DARBECİLER KAPATIRDI ŞİMDİ KAPATMAKTAN BETER EDİYORLAR

 


Karşınızda “olağanüstü dönemlerde” gazetecilik yapmış biri olunca “darbe dönemleriyle kıyas” mevzuuna girmeden olmaz:
 “Sıkıyönetim dönemlerinde keyfi kapatırlardı gazeteleri. Şimdi kapatmaktan beter ediyorlar. Bir Başbakan’ın çıkıp ‘Batsın sizin gazeteciliğiniz’ demesi, ‘Şu manşetleri atın, şunları atmayın’ demesi ilk defa oluyor; bu döneme özgü bir şey. Tek tip forma giydirir gibi aynı yayını yapmasını arzu ediyorlar. Bunu açık açık söylüyorlar. Ben dünyada başka bir siyasiden duymadım okumadım böyle ifadeler...”

 


MİLLİYET YAN ÇİZDİ... TARAF’I GAZETE SAYMIYORUM...

 


 “Batsın sizin gazeteciliğiniz”den “İmralı Zabıtları” haberine geçiyoruz kaçınılmaz olarak:  “Baştan yapılan iş doğruydu; haberdi, konuldu. Ama Milliyet sonradan yan çizdi. Kıvırdı. Şimdi de o haber ödül aldı diye birinci sayfanın tepesinden veriyorlar...”
Bir ara önemli bir ikazda bulunuyor Turan:
 “Bir söz var: Bitaraf olan bertaraf olur. Bugüne kadar karşı tarafta olanlar hedefti. Şimdi tarafsızlara gelecek sıra. Tarafsız olmanıza bile tahammülleri yok. Herkes onlardan taraf olsun istiyorlar!”
Bu kadar çok “taraf” lafı Taraf’a yaşananlara getiriyor lafı:
 “Ben gazete diye bakmıyorum Taraf’a. Eskiden de şimdi de. Bir takım çıkarlara hizmet etmediği için birileri gidiyor, yenileri geliyor. Hangi kaynaktan güç aldıklarını bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum. Yayınladıkları haber değil bir takım kuruluşların servis ettikleri şeylerdi. Ve bunları nereden güç aldılarsa yasalara göre de suç işleyerek verdiler. O bilgileri normal yollardan normal bir gazetecinin alma imkanı yok. Gizli servislerin içine sızmak lazım...”

 

Kara Murat efsanesi

 

Çıkaracağı gazeteyi beklerken Rahmi Turan elinde yeniden basılan Kara Murat serisinin ilk kitabı Aşk ve Gurur ile geldi iyi mi!
Biz de fanatiklerine, kolleksiyonerlerine bu müjde ile başlatalım dedik sohbetimizi...
Hürriyet’le yollarını ayırmak zorunda kaldığında “Yenildik” demişti Rahmi Turan; “Biz de, Aydın Doğan da hepimiz yenildik...
- Yenilmiş biri yeni bir gazete çıkarmaya nasıl cesaret ediyor peki?
Evet yenildik ama tamamen pes etmedik. Gol yedik şimdi gol atmaya çalışacağız. Yenmek için yeni bir maça çıkacağız. Benim buna ihtiyacım yok ama çocuklarımız, torunlarımız için bunu yapmalıyız.
- Ne aşamada hazırlıklar?
Teknik altyapı hazır. Kadro çalışmalarına ağustos sonunda başlarız. Kasımda çıkar herhalde. Günaydın’ı da 26 kasımda çıkarmıştım. Bu planladığımız bir şey değil ama belli olmaz belki “uğurlu” gelsin diye o tarihe denk getiririz...

 

“Akiller”e zehir zemberek:

 

Hiçbirine saygı duymuyorum!

 

Görevi “haberdar etmek” olan gazeteci “ikna görevi” üstlenebilir mi? Son günlerde birçok köşe yazarı işin bu boyuta eleştiriler getirdi. Turan’a da soruyoruz:
 “Gazeteciden akil olur mu?”
 “Oldu işte” diyor gülerek, ama gerisi zehir zemberek:
 “Onların nereleri akil? İçlerinde küfürbazlar var, dedikodu yazanlar var, belden aşağı vuranlar var. Hangisini halk saygıyla dinleyecek? Bir iki isim versenize... Ben bakıyorum ‘Hangisi anlatırsa saygıyla karşılarım’ ? Hiçbiri! O görevi kabul etmeleri yanlıştı. Nitekim her yerde tepkiyle karşılaşıyorlar. Sokağa çıkamıyorlar. Çıksalar kafalarına yumurta atacaklar. Ancak kapalı salonlarda seçilmiş kişilere konuşabiliyorlar.  Bir miting yapıp halkın karşısında konuşabilirler mi? Yuhalanmaktan kurtulamazlar.”
Turan’a göre, “TÜSİAD Başkanlığı da yapan hanımefendi gibi bazıları” mecburiyetten kabul etti bu işi! Artistler gibi gönüllü koşanlar da bin pişman şimdi:
 “Zannettiler ki marifet yapacaklar. Filmlerde kahramanlar ya, halkın karşısına çıktıklarında herkes bayılacak zannettiler. Hülya Koçyiğit şimdi ağlamaklı diyor ki ‘Vurun kahpeye filmindeki Aliye öğretmene benzettim kendimi’. Bir kere Aliye öğretmen vatansever bir kadındı!”

 

Kandil’de PKK’nın tavuk pilavıyla beslenen gazetecilere:

 

Nasıl geçti boğazınızdan? 

 

PKK’lı terörist Murat Karayılan’ın basın toplantısı için Kandil’e giden gazetecileri utanç içinde izlemiş Rahmi Turan. “Ayıp buldum... Çok ayıp buldum...” diyor:
“Sıraya girmişler, ‘silah arıyoruz’ diye popolarını bile elliyor teröristler. Hanım gazetecileri kim aradı bilmiyorum! Gazeteci oraya gidebilir. Ama bu arkadaşlar oturmuşlar orada afiyetle yemek yiyorlar. Ben olsam boğazımdan geçmez. Aç kalırım, yine de yemem. Bir öğün yemezse ölmez insan. Hiçbir şey bilmiyorsa yanında bir simit götürür, idare eder. Ama o yemeği yemez. Teröristin ikram ettiği yemeği yersem, aşağılanmış hissederim ben kendimi. Başkasının ne dediği önemli değil. Kendime olan inancım sarsılır. Saygım azalır. Ahmet Hakan bir yazı yazmış, ‘Sözcü bunu eleştiriyor ama gazetecilerin oradan aldığı haberleri kullanıyor. Onlar gitmese nerden öğrenecektik’ diyor. Bu kadar saçma bir şey olabilir mi? Bugüne kadar nerden öğreniyordun? Kendi yayın organları var, televizyonları var. Şov yapmak için seni küçültüyorlar.”
- Gidenler büyük bir gazetecilik başarısına imza attıklarını savunuyorlar...
Onların da beyinleri uyuştu. Bu düzenin emir eri, hizmet eri olarak görev kabul ettiler Kandil’e gitmeyi. Görev değil o. PKK gösteri için gazeteci ordusunu kuyruğa soktu! Tam utanmazlık. Ben üzüldüm. Ama gidenler memnun olduysa bu da onların haysiyet anlayışıyla ilgili. Onur anlayışları öyle ki normal karşılıyorlar.