Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Muhiddin NALBANTOĞLU

Muhiddin NALBANTOĞLU

Fransa Türk’e karşı aşağılık kompleksi içinde

Fransa’nın sözde Ermeni soykırımı bahanesiyle meclislerinden geçirdikleri yasa tasarısı bana onların Türkler hakkında bilinç altlarına yerleşmiş aşağılık komplekslerini hatırlattı.
Yeryüzünde millî tarihlerine en çok düşkün olan millet Fransızlardır.
Hatta bütün ilim âlemi bilir ki Fransız kültüründe, diğer milletlerin askeri tarihleriyle ilgili en zengin yayınlar yapılmaktadır. “Askeri tarihin babası” olmak imtiyazı Fransa’nındır. Durum böyle olunca Fransızlar, ta 9 asır önce başlattıkları Haçlı Seferleri’nden beridir pek çok defa savaştıkları ve tarihlerinin çok önemli yenilgilerini tattıkları milletin Türkler olduğunun da bilincindedirler. Napolyon’un iki defa ve iki yerde Türkler karşısındaki yenilgisi onun ve imparatorluğunun sonunu hazırlamıştır.


Beyaz atlı Fransız Mareşali
Anadolu’da Türk Kurtuluş Savaşı başladığında İstanbul, müttefiklerin (Fransız, İngiliz ve İtalyan) işgali altında bulunuyordu. Makedonya cephesini yaran ünlü Fransız Mareşali Franchet d’Espèrey’i İstanbul’a getirtirler. İşgal Kuvvetleri Kumandanlığı’nın Fransız temsilcisi yaparlar. Buraya kadar olanlar hemen hiç bir önem taşımaz. Ancak, bu megalomanyak Türk düşmanına bir de operet artistleri gibi bir rol biçtiler. Galata rıhtımından karaya ayak basan bu Mareşalin altına bir beyaz at çektiler, Türk bayrağını yere serdiler. Fatih’in de İstanbul’a bir beyaz at üzerinde girmesini telmih etmek için atın özellikle beyaz olmasını sağlamışlardır. İstanbul sokaklarında hemen hiç bir Türk yoktur. Kazara fesli bir Türk ortalarda göründüğünde hırsla üzerine atılıp birkaç saniye içinde üstünü başını lime lime edip parçalamaları işten bile değildir... İşte bu manyak d’Esperey, İstanbul’u bir uçtan öbür ucuna at üstünde dolaşarak Taksim’deki Fransız büyükelçiliği binasına gider. Bütün Cadde-i Kebir (İstiklâl Caddesi) boydan boya işgal kuvvetlerinin bayrakları ile donatılmıştır. Caddenin her iki tarafında toplanan İstanbul’un Ermeni, Rum vesair azınlık halkı tarafından bağırılan “Yaşasın Fransa, yaşasın İngiltere, yaşasın France d’Esperey!..” sedaları çın çın ötmektedir. Kucaklarındaki çocuklarına kadar cümbür cemaat bütün Türk düşmanları sokaklara dökülmüş, Fransız Mareşali’nin şovunu izlemektedir. Manzaraya azamet katmak için de atının her iki yanında gemini tutan iki müstemleke askeri yol boyunca Mareşal’in atına refakat etmektedir.


Naciye Sultan sokağa atılıyor
Bu manyak, kendisine oturacak mekân olarak da Dolmabahçe Sarayı’nı uygun görmüştür. İngilizler onu bu sapık arzusundan vazgeçirmek için bir hayli ter dökerler. Bu defa Türklerin son Başkumandan Vekili olan ve o sırada Türkistan’da Ruslarla savaşmakta olan Enver Paşa’nın Baltalimanı’ndaki yalısını seçer. Yalının bütün eşyaları yerinde bırakılmak şartıyla buraya yerleşir. Henüz yeni doğum yapmış olan Enver Paşa’nın haremi Naciye Sultan, altına bir şilte bile almasına izin verilmeden sokağa atılır. Bu yalıya yerleştikten sonra da Osmanlı devlet geleneğindeki bir usulü Fransızcaya uygulayarak her gün sabah, öğle ve akşam yalının rıhtımında askeri bandoya Fransız millî marşı Marseillaize’yi çaldırır. Çünkü Osmanlı sarayında her gün üç nöbet Mehter çalınmaktadır.
O günlerde İstanbul’da yayınlanan günlük gazetelerin en büyüğü ve en ünlüsü olan “Hadisat”ın başyazarı olan Süleyman Nazif de bu Mareşal’in beyaz at üzerinde İstanbul’a girişini eski Şehremaneti meydanında görür, büyük bir acı ve kızgınlık içinde gazetesine gider ve olayı protesto eden ünlü “Kara bir gün” makalesini yazar.
Oysa Fransızlar işgal aleyhinde en ufak bir tepkinin bile basında yer almaması için korkunç bir sansür uygulamaktadır. Süleyman Nazif yazısını Fransız sansüründen kaçırır ve gazetenin birinci sayfasında yayınlar. Ertesi gün gazetenin bu sayısı hemen satılıp bitmiştir. Üç altına, beş altına satılmaya başlanmıştır. Zavallı İstanbul halkı bu makaleyi okuyunca, “Nazif ’e yazık oldu, bu yazısından sonra Fransızlar onu sağ bırakmazlar, muhakkak kurşuna dizerler” diye ızdırap ve çaresizlik içinde kıvranırlar. Nitekim, işgal kuvvetleri kumandanlığındaki odasında bu makaleyi kendisine okuyup tercüme ettiklerinde Mareşal küplere biner. Avaz avaz emirler verir:
 “- Ârretez le, fusüles!..” (Onu yakalayın, onu kurşuna dizin!..)


“Tarih sizi asla affetmeyecek...”
Ayrıca hükümete Süleyman Nazif’in derhal yakalanarak kendilerine teslim edilmesi için emirler yağdırılmış, ültimatom verilmiştir. Süleyman Nazif kendi ayağı ile Sansaryan Hanı’ndaki emniyet müdürlüğüne giderek teslim olur. Kendisini teslim almak istemeyen emniyet müdürünün bütün yalvarmalarına rağmen gizlenmez. Süleyman Nazif’in müdüriyette olduğunu öğrenen Ermeni ve Rum halkı derhal müdüriyet binasını sararlar. Olaylar büyümektedir. Bu arada ünlü bir Fransız dostu olan ve Fransa’da da oldukça tanınan bir Osmanlı paşası da Mareşal nezdinde girişimde bulunarak durumu yatıştırmayı başarır. Gerçekten de Süleyman Nazif’in Fransızcadan çevirdiği pek çok yayınlanmış eser vardır. Mareşale bunları göstererek onu yumuşatırlar. Mareşal; “-Peki, bu adam çılgın mı? İşgal altında olduklarını bilmiyor mu? Bu adamla tanışmak isterim...” der.
Süleyman Nazif Mareşalle konuşur. Ona “Tarihin sizi affetmesini temenni ederim, bunu yapmalıydınız. Biz asırlarca Fransız kültürüne ve Fransa’nın büyüklüğüne inanmış ve Fransızcayı millî kültürümüze katmış bir milletiz. Tarih sizi affetmeyecek” der. Olay da Hadisat gazetesinin kapatılması ile sona erer.


Mareşal’in akıbeti ve son sözleri
Allah bu Fransız Mareşaline uzun bir ömür nasip etmiştir. Akademiye üye seçilmiş ve 2. Dünya Savaşını da görmüştür. L’İllüstration dergisinde bu adamın Alman orduları Paris’e girerken kaldırımlar üzerinde ağlarken çekilmiş bir fotoğrafını görmüştüm. Paris’in işgalinin hemen ertesi günü Alman işgal kuvvetleri kumandanı France d’Esperey’in konağını kendisine mekân olarak seçmiş ve konaktan hiç bir eşya almasına izin vermeden Mareşal’i sokağa artırmıştır. Yaşadığı korkunç olaylar sonucunda oldukça büyük bir kedere kapılan Mareşal felç geçirir. O günlerin Paris’i saldırıya uğrayan bir Alman erine karşı yüz rehinenin kurşuna dizildiği günleri yaşamaktadır. Mareşal’e hiç kimse sahip çıkma cesaretini gösteremez. Ortada kalır. Çok kısa bir süre sonra da ölür. Yanında bulunan oda hizmetçisi sonradan gazetecilere Mareşalin son sözlerini nakleder. Mareşal son anlarında şunları sayıklamıştır:
“-Un journalist Türc, m’avait dit deja!..” (Bir Türk gazetecisi bana bunu söylemişti!..)

Yazarın Diğer Yazıları