Hasbihal…

Hasbihal…

Bayram:

Türkçe''deki birinci anlamı, "Millî veya dinî bakımdan önemi olan ve kutlanan gün".

"Kutlama" yapmak için her şeyden önce kutlayacak bir şey gerekli; en az bir (1) mutlu olay yahut başarı.

Keza, "Huzur, mutluluk, neşe" kelimenin etimolojik kaynağı.

"Ferah ve sevinç günü"

İnsanın, hiçbir iç sıkıntısının, derdinin tasasının olmamasını, varsa bile rafa kaldırma imkânının bulunmasını ifade ediyor aslında "bayram"; ki, bir günlüğüne, iki günlüğüne, üç günlüğüne "hiçbir şey yokmuş gibi" gülebilsin yüzler.

*

Ama bir şey var;

Kapanması hiç mümkün olmayan bir boşluk.

Öpsen öpülmez, sevsen sevilmez, sarılmaya, hasretle kucaklamaya kalksan, deli gömleği gibi kendine dolanır elin kolun…

*

Küçük bir Trakya kasabasında geçti benim çocukluğum; Hayrabolu''da.

Ramazan ayı boyunca sahur vakti, ışığını gördüğü evin kapısına, ziline yapışan davulcuyla birlikte, otuz gün boyunca yüzünü hiç görmediğimiz topçu da gelirdi bayram sabahı, bahşişini almaya.

Elinde, direği rengarenk yazmalarla süslenmiş büyük bir bayrakla.

*

Günlerdir, şehit İsmail Can Akdeniz''in evinde asılı o bayrak.

Şehit Mümin Çarkçı''nın evinde asılı.

Şehit Doğukan Korkmaz''ın evinde asılı.

Şehit Fırat Canlı''nın evinde…

Şehit Yunus Kalkan''ın evinde…

Şehit Bekir Can Kerem''in evinde…

Şehit Kubilay Çon''un evinde…

Şehit Furkan Gök''ün evinde…

Şehit Aytaç Altınörs''ün evinde…

Şehit Kaan Kanlıkuyu''nun evinde…

Şehit Ömer Delibaş''ın evinde…

Şehit Cengiz Yiğit''in evinde…

Kiminin evlilik hazırlığı yaptığı yarinin, kiminin henüz anne olmuş eşinin….

Ve her birinin annesinin yüreğinde asılı, babasının vakur bakışlarında…

Bir çocukluk heyecanının değil de bir ülkenin hiç ödenmeyecek millî borcun timsali olarak.

*

Onlar istedikleri kadar "Vatan sağ olsun" desinler, "haklarını" helal etsinler; bu ülkenin, önceki binlerce ocaktan sonra, bugünler itibarıyla onlarca ocağa daha birer "evlat" borcu olacak; birer "direk", birer gelecek, yaşanamayacak yaşlar…

*

Daha iki gün önce, yine bir "bayram(!)" günü, sonradan beraat edeceği davada, yargı tarihinin en haksız, en hukuksuz uygulamalarından birinin mağduru olarak tutulduğu Mamak Cezaevi''nde beyin kanaması geçiren Deniz Albay Murat Özenalp''in ölüm yıldönümüydü….

Evinin balkonundan inmiştir belki;

Sorun bakalım "o bayrak" evlatlarının dinmeyecek özleminden indi mi? Eşinin yalnızlığından indi mi? Annesinin yasından indi mi?

*

Aynı alçaklığın bir başka kurbanı; Kurmay Albay Mustafa Önsel''in üniformasını yedi doymadı, rütbelerini yedi doymadı, eşinin ruhunu kemirdi doymadı; bir de evladını yedi kendi gitse heyulası üzerlerinden hiç çekilmeyen o karabasan…

*

Bugün mesela; 3 Mayıs; Türkçülerin, Milliyetçilerin bayramı!

Tabutluk işkenceleri ve bir tarihî adaletsizlik kaynağı!

*

Oğuz Arda Sel bugün 13 yaşında olacaktı.

Beren 4 buçuk yaşında olacaktı.

Mavi Nur 11 yaşında olacaktı.

Ömer Can 9 yaşında olacaktı.

Gülce 17 yaşında olacaktı.

Bihter 18, Sena 20 yaşında…

Hiçbiri olamadı.

1394 gündür, "o bayrak" ailelerinin sadece acılarında, sancılarında değil öfkelerinde de asılı.

Raydan çıkmış tren vagonları değil raydan çıkmış bir sistem parçaladı çocuklarını; iş bilmezlik, bilmediğini bile kabule yanaşmayan cehalet…

Ve "evlat acısı"nı bile "muhalefet" zanneden bir büyüklenme duygusu adliye kapılarında süründürüyor onları.

*

Ayşegül evine giderken saldırıya uğradı;

Sapık ve cani katili, "yol geçen hanı" imkânlarından yararlanan bir "yabancı" olduğundan, anında "ırkçı" oldu o gencecik kızın hakkını, hukukunu savunanların adı!

Muhatap olduğumuz tehlikeler, tehditler; anlamından koparılmış bir ensarcılıkla bastırıldı. Çocuklarımız için korkma hakkımız bile elimizden alındı.

*

Soma ayrı…

Aladağ ayrı…

Şimdi Osman Kavala''nın, Çiğdem Mater''in yüzü suyu hürmetine(!) mesele edilen Gezi''de katledilen gariban çocuklar, gençler ayrı…

Karaman ayrı…

*

Orta Anadolu içlerindeyim birkaç gündür; yakın geçmişte adı bir kız çocuğuna tecavüz olayına karışmış, "karışmış" ne ya, yekten söyleyeyim kız çocuğuna tecavüzle suçlanmış, yargılanmış, "suç"a iştiraki anlaşılmış bir "esnaf" elini kolunu sallaya sallaya geziyordu sokaklarda; insanlar arkasından "çık, çık, çık" efekti eşliğinde ayaküstü sicilini çıkarıyor ama yüz yüze gelince selam veriyor, selam alıyordu.

*

Ölüm değil mevzu ettiğim; ölüm Allah''ın emri, her birimizin hiç kaçamayacağız nihayeti.

Ama bu ölümlerin her biri birilerinin birilerine aldanması, kanması, birilerinin birilerini aldatması, kandırması, birilerinin açılımı, birilerinin saçılımı, birilerinin liyakatsızlığı, birilerinin ehliyetsizliği, birilerinin pervasızlığı, birilerinin utanmazlığı, birilerinin vicdansızlığı, birilerinin yol vermesi, ya idrak ettiği halde izlemesi yahut idrak bile edememesi, idraksizliği sebebiyle böyle erken, böyle vakitsizdi.

*

Adalet öldü; vebali yönetenlerin boynuna!

Toplumsal vicdan öldü; hepimiz kaldık altında!

Söyleyin Allah aşkına böyle memlekete "bayram" gelir mi?

"Herkes için adalet" diyoruz ya hep;

Türkiye bu iradeyi sergileyebilenlerce yönetilmeye başlandığı gün "bayram" edecek…

Ve bu toplumsal yozlaşma, çürüme tedavi edilince insanlar güvenle sarılacak yeniden birbirine…

Sistem, rejim, iktidar; etiketleri sadece; bunun için değil mi zaten bütün mücadele?

İnsanı yaşatmak için devlet yaşayabilsin diye.

Yazarın Diğer Yazıları