Hayırdır, ihaneti alkışlıyor muyuz?

Hayırdır, Türkiye artık kendine ihaneti yani isyanları alkışlıyor mu? Yoksa Cumhuriyetle hesaplaşma stratejisinin gereği olarak “Gizli ajanda”nın kapağı, sırası geldikçe açılıyor mu?

Hem de devletten maaşlı kimseler eliyle.

İlginç!

Biri 7 Mart, öbürü 11 Mart 1925 olmak üzere Diyarbakır kapılarına isyancıları ile iki kere dayanıp ikisinde de hükûet kuvvetlerinden şehri alamayan Şeyh Sait’in adı, isyanla ele geçiremediği şehrin caddesine verilmiş.

Ne dememiz gerekiyor şimdi?

Azadî örgütü başardı mı demeliyiz.

Her türlü strateji ve dış operasyonları anlayan hükûmetimiz ve devletimizin mühim güçleri, o tarihte henüz kurulalı bir yıl bile olmamış Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yapılan bu İngiliz operasyonunu anlayamıyor mu? Yoksa görmezden mi geliyor?

Az biraz tarih okuyan, yetecek kadar diplomasi takip eden herkes biliyor ve anlıyor ki, Musul sorunu ile İngiltere, İngiltere ile Türkiye ve Irak yönetimi arasında hem siyasi ve hem de bir güç yarışı vardı. Dahası bu bölge Birinci Dünya Savaşı boyunca Osmanlı-İngiltere mücadelesinin en sıcak bölgelerinden biriydi. İngiliz istihbaratı, Osmanlı aleyhine pek çok aşireti gerek para ile gerekse siyasi imtiyazlar ve güç teklifleriyle yanına çekmeyi başarmıştı.

Aynı istihbaratın en bilinen ve çok zarar veren operasyonu, Şerif Hüseyin-Thomas Edward Lavrence anlaşmaları ve Osmanlı’ya karşı Arap savaşları değil mi?

Galiba tarih öğretiminde yaptığımız en büyük eksikliklerden biri bu. Olayları ve savaşları anlatıyoruz, ama diplomasiyi ve istihbaratın verdiği mücadeleyi anlatmıyoruz. İstihbarat oyunlarını bilmeyen pek çok kişi savaşları boks maçı gibi düz bir kavga sanıyor.

Öyle değil.

Trablus’ta Teşkilat-ı Mahsusa’nın verdiği mücadeleye bakanlar, İttihatçıların Osmanlı’yı kurtarmak için nelere katlandığını anlar. Millî Mücadele’de MM Grubu’nu bilmezsen, Karakol Cemiyeti’nden bihabersen, gördüğün savaş sahnelerinin çoğu film sahnesi gibi olur.

İşte Şeyh Sait olayının gerisinde, İngiliz diplomasisi, onun yanında İngiliz istihbaratı ve misyonları vardı.

Olayların gelişim sırasına bak.

Türkiye’de Cumhuriyet yeni kulmuş. Aynı tarih, 1923’te de Şeyh Sait isyanlarının hazırlayıcısı, planlayıcısı, kurgucusu Azadî örgütü kurulmuş.

Tesadüfe bak.

Bitmedi.

Yine aynı tarihlerde Cumhuriyetin kuruluş sürecinde İngiltere, Türkiye üzerinde diplomatik baskıyı artırmağa başlamış ve (sıkı durun) Musul sorununu ele almış, 6 Ağustos 1924 günü sorunun tarafı olan Türkiye’ye danışmadan Milletler Cemiyeti’ne götürmüş. Ve yine şu tesadüfe bakın ki, ertesi gün (7 Ağustos 1924), Nasturiler Hakkâri’de ayaklandı.
Bilin bakalım sırada kim var?

Azadî örgütü elemanları.

Türkiye’deki Hizbullahçıların kök hücresi. Anında toplantılar başladı. Ayaklanacaklar, ama halkı isyana sürükleyecek bir toplumsal lider lazımdı.

Kim olacak bu?

Aşiretin büyüğü, Nakşi tarikatının önderlerinden Şeyh Sait Efendi. O söylerse halk gelir.

Bu arada İngiltere, nasıl bir plan yaparsa, Türkiye’deki yarayı kanatır da siyasal olayları çekip çevirirdi?

Çok kolay.

Hilafeti kaşırsa, halkta ve dini çevrelerde isyanlara haklılık kazandırır.

Güzel.

Öyle ise sömürgesi olan Hindistan’daki İslam Cemaati Başkanı Ağa Han ve Ali Han, Ankara’daki Mustafa Kemal Paşa’ya bir mektup yazsın ve desin ki: “Hilafetin kaldırılması iyi değil. Halife Sünni Müslümanların başıdır, imamıdır...”

Öteden beri Mustafa Kemal’e çok sıcak bakmayan İstanbul basını bunu anında yayınlar mı?

Evet.

Yayınladı zaten.

Şeyh Sait de aynı hat üzerinden propaganda yürüttü. Çünkü ikisinin komuta merkezi de aynı. Dağıttığı bildirilerde, Mustafa Kemal’in halifeliği kaldırdığından, dinin elden gittiğinden, şeriatın hükümlerinden söz etti ve isyana çağırdı. “yolumuz haktır” dedi.

13 Şubat 1925'te başlayan Şeyh Sait ayaklanması, 15 Nisan 1925’te bitti. İki ay sürdü. Sonunda İran’a kaçmak isterken kayınbiraderi Binbaşı İhsan’ın ihbarıyla yakalandı. Yargılandı. İdam edildi.

Geldiğimiz noktada, askerlerimizin her birini şehit ederek ele geçirmek istediği Diyarbakır’da bir caddeye bu adamın adı verildi.

Cumhur İttifakı acayip milliyetçi ve millî, bunu bir kere daha anladık.

Yazarın Diğer Yazıları