''Hendek ülke Türkiye'' olmasın diye…

''Hendek ülke Türkiye'' olmasın diye…

Meral Akşener ile Yeniçağ yazar ve yöneticilerinin, artık geleneğe dönüşen iftarı vardı önceki gece.

Akşener''i, özellikle şu anda taşıdığı unvanı olmaksızın andım. Zira daha ortada İYİ Parti''nin de, bu partiyi kurmaya dönük herhangi bir hazırlığın da bulunmadığı zamanlarda başladık biz bu Ramazan buluşmalarına.

*

Biraz klişe olacak ama derler ya "Kâh güldük, kah ağladık"; tam da öyle, inişi de, çıkışı da bol zamanlar paylaştık o sofralarda.

Bazen dingindi, bazen hararetli. Laf lafı açtı bazısında, bazısında bir derin sessizlik hakimdi. Şen kahkahalardan da geldi yaş gözümüzden, sindiremediklerimizden de bazen. Kimi iftarlarımızın üzerine çökmüş görünmeyen bulutlar olurdu; gözün gözü görmediği puslu bir hava… Kimi günlük güneşlik, azim, karar, inanç, umutla doldururdu içimizi.

Ne gemiler yaktık…

Ne karanlıkları yırttık, ışıldaklarla aydınlattık çaresizliğin en zifiri yerini.

*

Önceki geceki…

Yeniçağ kurulduğundan bu yana, Kavaklıdere''deki o mütevazı apartman dairesinde asılı duran Ankara Temsilciliği tabelamızı kaldırmamızın hemen ertesine denk geldi.

Herkesin adresini bildiği bir yas eviydi çoğumuzun yüreği.

Kaan Tangöze''nin o ciğer söktüren şarkısındaki gibi "Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi".

Haliyle kimse de kimseye taziye dilemedi!

Hem belki Godot gibi değildir ümit; bir bakmışız, ummadığımız anda, ummadığımız yerden çıkmış gelmiş; ellerinde heba olmasın diye kucakladığı emeklerimiz!

*

Bundan zahir…

Belki ilk defa "-mış gibi" davrandı bizim kalemi kılıçtan keskin yazarlarımız; hiçbir şey olmamış gibi. Acımıyormuş gibi.

Velhasıl, derin duygular içinde gidip gidip gelip de, niyeyse belli etmemek üzerine gizli bir anlaşma yapmış gibi.

*

İstikbalimizi bırakıp -yine- istiklalde aradık teselliyi.

*

Malum…

Türkiye Cumhuriyeti''nin son yıllardaki en öncelikli istiklal meselesi; Suriye merkezli.

Ve iktidar bunu, 12 yıl sonra, nihayet keşfetti.

Zaman zaman Meral Akşener''in de, anlattığı ile anlaşıldığı arasında ciddi farkların oluştuğu bir alandı mülteci/sığınmacı meselesi.

Özetle, "Benim sığınmacılara bakışım net" dedi; "İçişleri Bakanı olduğum ilk gün, devletim, bana bu meseleye nasıl bakmam gerektiğini öğrettiyse öyle."

*

Anlattığına göre, 1996''da, İçişleri Bakanlığı''na getirildikten sonra aldığı ilk brifinglerden biri sığınmacılar üzerineydi. Buna göre, "Türkiye, dünyanın fakir,  güvenliksiz, sorunlu ülkelerinden, zengin ülkelerine geçiş noktasıydı. Avrupa, bunu değiştirip, Türkiye''yi "hendek" yapmak niyetindeydi. ''Biz maliyetine ortak olalım ama siz deport edin, bize geçişlerine izin vermeyin'' cömertliği bunun yolunu yapmak üzereydi. Ve Türkiye''yi yönetenlerin zinhar bu oyuna gelmemesi gerekliydi."

Nitekim.

Sene 2001, olmadı 2002 başı.

Dönemin Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, o günlerde MHP''ye yeni geçmiş olan "Eski İçişleri Bakanı Meral Akşener"i aradılar. Avrupa Parlamentosu''nun, Türkiye''yi, sığınmacıların girip de çıkamayacağı bir hendeğe dönüştürecek bir karar almak niyetinde olduğunu aktardılar. Ve "Konuyu bilen" eski bakandan, Türkiye adına görüşmelere katılıp, bu vahameti engellemesini istediler.

Akşener gitti ve tam da devletin kendisinden istediği gibi Türkiye''nin sığınmacı hendeğine dönmesini engelledi; dönemin Dışişleri''nin liyakatli kadroları ve tam desteği eşliğinde.

*

Gel zaman git zaman…

AK Parti iktidarında, Hayrünnisa Gül''ün kadın bakan, milletvekillerine verdiği bir öğle yemeğine katıldı Akşener. Yemekte Esma Esad da vardı. AK Partili bir bakan, marifetmiş gibi, Akşener''in 2001''de engellediği o "hendek"leştirme projesine onay verdiklerini söyledi.

*

"O gün daha ortada Suriyeliler konusu yok" diyor Akşener; "Ben o günden bu yana "devletimin bana öğrettiği" tavrın arkasında kaya gibi duruyorum..

*

Suriyelilere gelince…

12 yıldır izlenen politikayla ilgili yorumu net:

"Doğru değil. Doğru değil. Doğru değil. Türkiye''ye taammüden yapılmış kötülük."

Altını çizdiği birkaç temel konu var;

Birincisi:

- Sorun, tamamen Sayın Erdoğan''ın egosu, Erdoğan ve arkadaşlarının Müslüman dünyayı tanzim etmeye dönük ruh halinin sonucu oluştu. Dolayısıyla hesabı da, sandıkta, ondan sorulmalı. Vatandaşlık satıldıysa, satanı cezalandırmayıp, satın alanı düşmanlaştırmanın yanlışlığını anlatmaya çalışıyorum.

İkincisi:

- Suriyeliler, kesinlikle ülkelerine geri gönderilmeliler. Ama trenlere dolduracak halimiz yok. Uluslarası hukuk diye bir şey var. Bunu asarım keserimle yapamazsın. Vatandaşlık vermişsin; bunun iptal yolu var mı? Nedir. Buna bakacaksın. Geri kalan kısmı için de Esad ise Esad, başkasıysa başkası, kimse o günkü muhatabın, "anlaşmak" zorundasın. Mesela, Beşar Esad af çıkardığında derhal geri gönderilebilirdi. Biz iki çalıştay yapacağız; hem vatandaşlık konusundan geri dönüş mümkün mü, hem de satılan evler konusunu çalışıyoruz. Sonuçlarını paylaşacağız.

Üçüncüsü:

- İşsizlik boyutu, ekonomi boyutu, asayiş boyutu hepsi tamam ama en önemli tehlike Türkiye''nin demografik değişimi. Ve kesinlikle bunun önüne geçilmeli.

*

Başka şeyler de konuştuk tabii…

Geri geldikçe paylaşırız hepsini.

Yazarın Diğer Yazıları