Her nevi düğün, nişan, kına organizasyonu yapılır!

Her nevi düğün, nişan, kına organizasyonu yapılır!

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümü geride kaldı… Şarkıcılara, darbukacılara, dümbelekçilere, lazercilere, dronculara para akıtıldı, sıradan bir günmüşçesine… Sabun köpüğü gibi uçtu gitti hepsi… Bu büyük günü tarihe kazıyacak hangi kalıcı eser inşa edildi ve gelecek nesillere bırakıldı?

25 yıl sonra, yeni nesil, “100. Yıl’da ne yapıldı?” diye sorsa ne cevap verilecek? “Oynadık, zıpladık, binaya ışık tuttuk, dronla resim yaptık, şarkıcılara ve menajerlere para akıttık, bir dansöze para yapıştırmadığımız kaldı” mı denilecek?

Çok çok önce sormuştuk: “Önümüzdeki 29 Ekim, cumhuriyetimizin 100. yıldönümü… Belki büyük hazırlıklar vardır da biz duymamışızdır!.. İnsan merak ediyor, kamu kurumları ve cumhuriyeti kuran partinin belediyeleri bu büyük gün için hangi hazırlıklar içinde?”

Hiçbirini göremedik… Üstelik kimilerinin vizyonları olmasa da büyük vaatleri vardı, sözde eserler inşa edeceklerdi… Vaatler yerine gelmedi ve şehirlerimizi bu anlamda çorak bıraktılar… Açıkçası halka yalan söylediler…

***

Diğerlerini geçelim… Kürsü yakalayınca, hele seçim öncesi olunca, Türk’ten, milliyetçilikten, cumhuriyetten, Atatürkçülük’ten yana poz veren üçüncü sınıf fırsatçıların utanma duygusu kaldıysa, şu satırları onlar için tekrar edelim:

30 Ekim Mondros Mütarekesi’yle, parçalanmak, sürülmek, iradesiz bırakılmak istenen bir milletin tarihe yeni bir ruhla yeniden tutunması ve cumhuriyeti kurması arasında toplam beş yıl var…

O aradaki beş yıla, yokluklar içinde, üstelik büyük ihanetlere rağmen, koca bir tarih sıkıştırıldı… Yara bere içinde bir dev, yeniden ayağa kalktı…

Cumhuriyetten beş yıl önce imzalanan Mondros'ta, silahlarımızı bıraktık, ordumuzu terhis ettik…

Cumhuriyetten beş yıl önce imzalanan Mondros'ta, İstanbul ve Çanakkale boğazlarını düşmana açtık, Karadeniz'e geçişe ve işgale yol verdik...

Cumhuriyetten beş yıl önce imzalanan Mondros'ta, Hicaz, Suriye, Trablus, Bingazi ve Irak gibi bölgelerdeki Osmanlı subaylarının itilaf komutanlıklarına teslim edilmelerini, 'tehcir ve savaş suçlusu' diye İttihatçıların yargılanmasını onayladık…

Cumhuriyetten beş yıl önce imzalanan Mondros'ta, düşmana, ‘güvenliğine tehdit hissettiği anda istediği yeri işgal etme’ hakkı sağladık…

***

Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarınca toplam beş yılda sağlanan büyük fark, hangi tarihe sığar? Bölgemizde emperyalizmin adeta cetvelle sınır çizip, işbirlikçi ailelere bahşettiği devletlerle karşılaştırdığımızda, gerçek anlamda kan bedeliyle kurulmuş bir cumhuriyettir bizimki…

Altını tekrar çizelim: O büyük mücadele, Osmanlı'yı yıkmadı, yıkılan Osmanlı'nın üzerine devlet-ebed-müddet zincirine yeni bir halka ekledi… Üstelik yaralarını kendisi sararak, kendisine tutunarak, dünyanın egemen küstahlarına karşı kendi gücüne güvenerek, tırnaklarıyla kazıya kazıya…

***

Dünyanın her yerinde 100. yıllar önemlidir… Genellikle 100. yıllar abideleştirilir… Birkaç örnek vermek gerekirse, Paris'teki Eyfel Kulesi öyledir… Fransız İhtilali'nin 100. yıl kutlamaları kapsamında fuarın giriş kapısı olarak inşa edilmiştir… Bugün Paris'in ve Fransa'nın sembolü niteliğindedir…

Özgürlük Anıtı, dünyanın en bilinen anıtlarından biridir ve ABD'nin simgesi sayılır… Tabletinde '4 Temmuz 1776 Bağımsızlık Bildirgesi' yazılı olan anıt, Fransa tarafından kuruluşunun 100. yıldönümüyle ilişkilendirilerek, 1886'da ABD'ye hediye edilmiştir…

Almanların Leipzig'de Napolyon'u 1813'te yenilgiye uğratmalarının 100. yıldönümünde diktikleri Uluslar Muharebesi Anıtı da yine bu kapsamdaki anıtlara örnektir… Tıpkı Meksika Bağımsızlık Savaşı'nın başlangıcının 100. yılı anısına başkent Meksiko'ya dikilen 'Bağımsızlık Meleği' ve komutanların anıt mezarları gibi…

Cumhuriyetimizin 100. yıldönümünü şarkıcılarla, darbukacılarla, balonlarla, iki dakikalık lazer gösterileriyle geçiştirecek olanlar, mümkünse bu etkinlikleri kendi paralarıyla kendi doğum günlerine, kınalarına, nişanlarına, sünnetlerine saklasınlar!..

***

Bugün soralım: Sahi bu sosyolojik taşralılar, 100. Yıl’da neyi abideleştirdiler? Ufuksuzluk, utanmazlık ve pişkinlikten başka?

Yazarın Diğer Yazıları