Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ

Mevlüt Uluğtekin YILMAZ

İsraf ve insan...

Sevgili okuyucum; gençlik yıllarımda İngiliz Başbakan'ı Harold Wilson'un -gazetelerde gördüğüm- ceketinin sol yanındaki yamayı hiç unutmadım.

Hayrettir; İngiliz Başbakanı yamalı ceket giyebiliyordu!

Oysa İngiltere bir anlamda 'tüketim ekonomisi'nin babası Adam Smith'in vatanıydı. Ama İngiliz politikacı, 'o tutumluluk fotoğrafıyla' dünyaya gerçekten anlamlı bir mesaj veriyordu.

Değerli okuyucum; gerçek şu ki; savurganlık, aileye de, devlete de, önünde-sonunda yıkım getirebiliyor...

Söz buraya gelmişken, Sayın Naci Yıldırımer'in yıllar önce bana gönderdiği -gerçekten ibretlik bilgilerle dolu yazısını- özellikle sevgili gençlerimiz için sunuyorum:

Şöyle diyor Sayın Naci Yıldırımer:

"Beş yaşında idim. Babaannem rahmetli, pirinç ayıklıyordu. Bir tane yere düştü. Babaannem eğildi, aramaya başladı. Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyor. Çocukluk işte; 'Aman babaanne dedim. Bir pirinç tanesi için bu kadar çaba harcamaya, yorulmaya değer mi?'

Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu. 'Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun. Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanın göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun?' dedi. Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.

Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesi'nde öğrenciyim. Alain'in proposlarını okuyordum. Birden irkildim. Babaannemi hatırladım!

Alain, 'Bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur' diyor; ilave ediyordu: "Bir iğnenin üretiminde binlerce insanın alın teri, göz nuru, el emeği vardır" diyordu.

Yıllar önceydi. Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi. Sabahleyin, tıraş olmak için lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm.

Lütfen, diyordu; "Tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın. Yanda bir kutu var, oraya bırakın. Bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı olun."

Doğrusu hayretler içinde kaldım.

İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarla, radyolar, televizyonlar, bir haberi duyurur: Şu tarihte, şu saatte, adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın. Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa; kâğıt, ambalaj, kutu varsa; velev ki bir ilaç prospektüsü dahi olsa, kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardım edin. Fazla ağaç ziyanına engel olun.

Japonlar son derece sade, basit, yalın, mütevazı yaşayan insanlardır. Evlerini mobilya ile dolduranlar, Japonlara göre ruhen tekâmül edememiş, hayatın manasını anlayamamış zavallı kimselerdir. Bir insanın gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır. Vaktiyle Japon ekonomisi bir darboğazdan geçiyor. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor.

Zamanın Başbakanı, Meclisi toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve şu andan itibaren der;

"Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim. Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim."

Başbakan, dediklerini gerçekten yapar.

En üstten en alta, bir israftan kaçınma kampanyası açılır.

Ve Japonya bütün borçlarını öder. (İliştiri: O kişi Bilge ONDA'dır.) Geçenlerde Japon İmparatorunun sarayını gördüm. Yârabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazı, ne kadar gösterişten uzak...

Hayat çok ince, akıl almaz incelikte ipliklerle örülmüştür. Maddi durumumuz ne olursa olsun; ister zengin olalım, ister fakir, hepimiz israf konusunda çok dikkatli olmak zorundayız. Bunda parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır."

Sayın Yıldırımer'in sözlerine biz ne diyebiliriz ki?

Esen kalın efendim...

Yazarın Diğer Yazıları