Kemal'in işi mi Şenol'un işi mi daha zor: Zafer Arapkirli yazdı

Kemal'in işi mi Şenol'un işi mi daha zor: Zafer Arapkirli yazdı
'Beşiktaş yetersiz bakiye' Günboyu spor yazarı Zafer Arapkirli yazdı...

İngiliz kültüründe şöyle güzel bir söz vardır:

“Bu ülkede, Başbakan’dan sonraki en zor görev Milli Takım Teknik Direktörlüğü’dür.

Her ikisi de birbirinden güçlü, presjtijli, birbirinden ayrıcalıklı ama birbirinden daha zordur. Başarılı olduğunuzda bütün bir ulus omuzlarda taşır sizi. Başarısızlıkta da toplu bir “linç”in kurbanı olursunuz.

Takım teknik direktörlüğü de böyledir. Siyasi lider gibisinizdir. Seçim kazandığınızda, ulusal bir başarıya imza attığınızda çarşıda pazarda, caddede meydanda posterleriniz heykelleriniz yükselir. Adınıza türküler yazılır. Tam tersi olduğunda herkes “bir an evvel istifanızı” ister.

Başarılar alkışa, başarısızlıklar çürük yumurtaya, çürük domatese tabidir.

Perşembe akşamı Dolmabahçe - İnönü’de, Beşiktaş’ı bu sezon ilk kez çıplak gözle izledik. Oyundan, skordan, tribünlerin “ilk maç coşkusu”ndan ziyade aklımız “bu mevzularda”ydı.

Stattan çıkmadan evvel maç yazısını yazıyı Günboyu Gazetesi spor editörüne yollarken, Şenol Hoca’yı düşünmeye daldım. Çünkü, oyunculardan ya da (maç boyunca sık sık istifaya davet edilen) yönetimden çok onun sırtında hem de ağzına kadar dolu olan bir “yumurta küfesi” var.

Oyuncular görece daha rahat. Neticede koşuyor sahada, topa vuruyor, pozisyona giriyor, kimi zaman atıyor kimi zaman kaçırıyor, kimi zaman rakipten sertlik görüyor, ter döküyor bir şekilde. İşini yapıyor, parasını alıyor. Para derken, hem de bazısı milyonla trilyonla...

Yönetimin işi de öyle. “Elimdeki imkanlar bunlar... Para yok... Federasyon ve UEFA tepemde zebellah gibi denetliyor aldığımı verdiğimi, kasamı, bilançomu... Para yoksa iyi transfer de beklemeyin benden... Elimden geleni yapıyorum” deyip çıkabilir işin içinden. Nitekim, Şenol Güneş de maç öncesi TV açıklamasında “yönetim elinden geleni yapıyor. Daha transfer sezonu devam ediyor. Bakacağız. Daha gelen olur, giden olur” gibi yuvarlak ifadelerle, yönetimin bu sıkıntısına atıfta bulundu.

Allah için... Şenol Hoca’nın bu konudaki “diplomatik üslubu/terbiyesi/nezaketi” ünlüdür. Yönetimi öyle, açıktan “taraftarın önüne atacak” beyanattan kaçınır genellikle. Ama bunu yapacağı zaman da değme “diplomat” eline su dökemez Hoca’nın. Füze gibi, kama gibi adeta “saplar” lafı... On yıl uğraşsan çıkaramazsın böğründen. Onu da söyleyeyim...

Gelelim, sahadaki zorluklara.

Dedik ya başlıkta... “Şenol Hoca’nın başı, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan bile daha fazla belada”

Elindeki kadro geçen senenin “Bakiyesi”... Daha doğrusu “Yetersiz bakiye”si... Dünkü maç yazısında da altını çizdik. Tiran maçında sahaya sürülen kadro, geçen seneden bile eksik... Cenk Tosun kim bilir kaç ay, Rashid Ghezzal, kim bilir kaç hafta daha yok.

Yani, ileride Vincent Aboubakar’ın yanına değil, “yerine” bile adam bulamıyorsun. İleride “çok yavaş” kalan Cenk ve Abou’yu biraz canlandırma görevini üstlenen Nathan Redmond’ı da kaçırmışsın elinden.

Orta sahada çok büyük bir maestro görevini yapabiler Ghezzal, neredeyse 1 sezondur sakat. Geliyor, yine arıza yapıyor, gidiyor.

Orta sahada kalmışsın Gedson’a, hatta joker durumundaki Salih’e..

Kanatlarında Muleka, Onur, Masuaku, Rosier iyi çalışıyor çalışmasına da... Alternatifleri? Yok. “Süper Kahraman / Süper Joker” Necip de her yerde oynayamaz ki kardeşim?

Defansta tam da “Bu ikili çok iyi oturdu maaşallah” dediğimiz “Romaine Saiss – Omar Colley ikilisi” maalesef bozulmuş.

Neredeyse, bir tek kale sağlamda.. Onu da “acaba?” sorusu ile birlikte söyleyebiliyorum. Allah Mert Günok’a nazar değdirmesin de... Bir şey olursa, öteki çocuğa (Ersin Destenoğlu) ne kadar güvenebiliyorsun?

Yeni transferlerden Jean Onana’yı dün az bir süre gördük. Bir fikir vermedi. Ama tekniği iyi görünmesine rağmen, biraz yavaş mı ne? Yani, takımın genel “yavaş temposu”nu çok sevmiş gibi geldi bana. Süper Lig’in (belki de ileride UEFA Kupası”nın) “çatır çatır temposu” dayattığında göreceği onu. Öteki “flaş” transfer Daniel Amartey hakkında hiçbir fikrimiz yok. En azından Şenol Hoca’nın “henüz hazır değil” dediğini biliyoruz.

Yedek kulübesine bakıyorsun. İçin sızlıyor.

Niye sızlıyor biliyor musunuz? O çocuklara güvenmediğimden değil. Bugüne kadar (her hocanın yaptığı gibi) teknik heyetin güvenip de bugünlere hazırlamadığı, hep ya zorunluluktan ya da skor avantajını yakaladığı dakikalarda “Haydi biraz bunlar da heveslerini alsınlar babında” sahaya sürüldükleri için.

Yalan mı? O çocuklardan kaçı, kim bilir kaç tane Amartey ve Onana’yı ceplerinden çıkarır, iyi yetişebilseler.

Ama Türk futbolunun kronik bir hastalığı bu. Sadece Beşiktaş’ın değil, sadece Şenol Güneş’in değil.

Kısacası, mesele “Elalem Dzeko’yu, Zaha’yı bilmem neyi aldı. Biz yaya kaldık” meselesi değil. Elindeki malzeme ile neler yapabileceğin. Ben Şenol Hoca’nın yerinde olsam, “en azından birbirini tanıyan ve eksikleriyle de olsa görece oturmuş bir kadrom var. Bununla ne yapabilirim” hesabına odaklanırdım. Zaten başka ne yapabilirsin ki? Bu saatten sonra Messi’yi, Ronaldo’yu, Benzama’yı da getirsen (ki onları çoktaan zrilyon dolarlık çeklerle zengin Araplar Amerikalılar filan kaptılar) tek başına bir işe yaramaz. Haaland’ı, De Bruyne’yi de alacak değilsin ya? Yok artık!

O yüzden diyorum ki, Kemal Kılıçdaroğlu, bugün istifayı basıp gitse belki büyük bir alkış tufanı içinde ve omuzlarda uğurlanır partiden. Şenol onu da yapamaz. Çok geç artık.

Zaman zaman çok sert eleştiririz. Ama severim Şenol Güneş’i... Pek çok adama göre “adam”dır futbol aleminde. Artısı ile eksisi ile bir değerdir. Değerimizdir. Başarıları da ortadadır. O yüzden empati yapmak zorundayım.

Başarısızlıklarında yine eleştireceğiz. Başarılarında, inşallah müstakbel şampiyonluklarında da öveceğiz tabii.

Ama bu yazıyı da bir “not” olarak bir kenara düşmek adına yazıyorum.

(Zafer Arapkirli)

İlgili Haberler